Her bir olay, yaşanan her bir hadise, bize bir ders, bir ibret levhası olması gerekir.
Böyle olması beklenirken, bu durum çoğu zaman ünsiyet veya ülfetle, ya fark edilmiyor, ya da dikkate alınmıyor. Sanki biz bu dünyanın sâkinleri, bu toplumun fertleri değiliz! “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” mantığıyla, olup bitenlere, kırılıp dökülenlere karşı son derece ilgisiz ve duyarsız bir tavır içinde yaşıyor, gidiyoruz.
Hâdiselere karşı bakış perspektifimiz alelekser böyle olduğu gibi; âhirete göçenlerimiz, onlar için kazdığımız kabirlerimiz de, bizde fazla bir iz bırakmıyor. O günlük, o anlık taziyeden; birkaç “ah vah”tan başka dilimizde ne bir nedâmet kelâmı, ne de bizi, içinde sürüklenip gittiğimiz gaflet selinden sahili selâmete çıkaracak bir nasihat dökülüyor.
Belki bu hususta genelleme yapmak uygun düşmeyebilir, hüşyar kimselerin hakkını ketmetmek olabilir, ama vakıa o ki, birçoğumuz böyleyiz.
Cenaze çıkan evlerde mükellef ziyafetler… Merasimin ardından konuşulan siyasetler… Hatta yarım ağız şaka şamata, ufak yollu kahkaha… Hani nerede, birkaç saat önce mezaristandaki halimiz? Üzüntü yok, hüzün yok, endişe yok, fikretmek yok.
Öyle ya, mevta, orada; hayattakiler, burada; zaten bizler de dünyamızı imar etmiş, âhiretimizi mamur etmiş olduğumuza göre!…
Dostlar! Ölüm bizi ürkütmüyor, tefekküre sevk etmiyor.
Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de, Afganistan’da gün yok ki, yüzlerce insan ölmesin; zalimlerin insanlık dışı taarruzlarıyla paramparça olmasın. Gün yok ki, onlarca insan trafik kazalarında can veriyor dikkatsiz, tedbirsiz, bilgisiz şoförlerin eliyle. Sadist bir adam pilot kabini kilitliyor, kaptan pilotu devre dışı bırakıyor ve yüz elli insanı bir kalemde katlediyor. Ve biz, televizyonumuzun başına oturuyor, futbol maçı izler gibi çayımızı yudumlayarak olanları, bitenleri izliyoruz titremeden, tüylerimiz ürpermeden. “Bir gün ben de…” demeden, ahiret endişesine düşmeden.
Esefle ifade etmek lâzım ki, Ölüm bizi ürkütmüyor, kabir bize ders vermiyor.
Neden? Elbette ki, cehaletten.
“Cahil cesur olur” derler ya, her halde cesaretimiz, cehaletimizden olsa gerektir.
Her canlının mukadder sonu ve her insana en etkili nasihat edici olan; ahiret yurduna onu tattıktan sonra ulaşılan ölümün bize bırakması gereken mesajını önceliklerimizin ön sırasına koyarak hep “aklımda, aklımda” demeli, her lâhza, ebedî hayatımızdaki daimî saadetimizi düşünmeliyiz. Yani, ölmeden önce ölmeliyiz.
Cennet-i a’lânın hayaliyle, oraları kazanmak dileği ile...