"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Prestij mi, sevmek mi?

Ali Rıza AYDIN
03 Kasım 2016, Perşembe
Her şeyin bir haddi, hududu olduğu gibi, sevmenin de bir sınırı bir ölçüsü olmalı; insan, neyi neden sevdiğini bilmeli.

Eğer bu, Allah için sevmekse mesele yok, makbuldür. Değilse, bakmalı: O kimsenin nesebî karâbeti; ondaki salâhat, fazilet, fesahat; ondan elde edilecek ilim, irfan, hikmet; onun vesile olacağı Kur’ânî hakikatler ise nûrun âlâ-nûr; yok şahsın, şahsı ise bu ifrat derecede sevmeyi iktiza eden, buna zemin hazırlayan saik oturup düşünmeli ve vahametini görmeli.

Zira Cenâb-ı Hak, yarattığı kulunun karakter yapısını bildiği için Kur’ân-ı Kerîm’de, o kimselerin vasfını tarif sadedinde; “İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah’tan başkalarını O’na denk tutar ve onları, tıpkı Allah’ı sever gibi severler”1 buyuruyor.

İster ailede ister dışarıda, ister ast ister üst, ister küçük ister büyük olsun, bir âdemi, prestij derecesinde sevmek; Peygamberimizin (asm) ifadesiyle, “Gözü kör, kulağı sağır eder”2 derecede muhabbet beslemek sevmek değil, âdeta tapmaktır.

Çünkü sevdiği kimse hakkında, yanlışını duymaya sağır, onun hatalarını görmeye kör gibidir bu tip insanlar.

Yine, Rabbimiz; “Deki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini (yerine) getirinceye kadar bekleyin”3 diyerek, bu hâl üzere olan kullarını alenen ikaz ediyor.

Bunu söyleyen, Sultan-ı Kâinat!

“Hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir.”4

Bir kimseyi lüzumundan fazla sevmek, onu, hak etmediği ve maksadı aşan sıfatlarla tavsif etmek hatta kutsamak, Hakk’ın hatırını hatırlamamak değil mi?

Fâni dünyanın âciz insanını kusurdan âri, hatadan berî görmek; yoluna, kalkıp ölmek -maazallah- haddi aşmak olmaz mı?

Herkes abdullahtır.

Sakın “Hür değil miyim, kimi istersem severim; nasıl istersem öyle severim” deme. İnsanlar Cenâb-ı Hakk’ın mülkünde O’nun izni dairesinde ve rızasına muvafık yaşadıkları müddetçe hayatlarında, hareketlerinde hürdürler.

Bununla beraber, Bediüzzaman’ın ifadesiyle; “İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar.”5 Yani insanlar, emir ve yasaklara itaat; hakka, hukuka, adalete riayetle emrolunan Allah’ın kullarıdırlar.

Kulluğun hükmü âmir memur, paşa geda kim nerede, hangi mevkide bulunursa bulunsun “Ben Allah’ın kuluyum” diyen herkesi bağlar ve Allah’ın katında hepsi birdir, eşittir. Tâ ki, takva mertebesine kadar.

“Mahkeme kadıya mülk değildir” deyimini daima hatırda tutup, perişan beşere prestij etmemek; her şeyin dünyadan ibaret olmadığını göz önünde bulundurarak istikametten şaşmamak gerekir.

Zira hayat da, mülk de Allah’ındır (cc).

Dipnotlar:

1- Bakara Sûresi, 165.

2- Ebû Davud, Edeb: 116; Müsned, 5: 194.

3- Tevbe Sûresi, 24.

4- Said Nursî, Münâzarât, 49.

5- Said Nursî, Hutbe-i Şamiye, 93.

Okunma Sayısı: 2015
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı