"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Salacaya sığmadı!

Ali Rıza AYDIN
12 Şubat 2015, Perşembe
Yaşadığı günlerde bırakın sarayları, yeryüzüne sığmayan insanlar, gün geliyor, ölüyor; kral köle fark etmiyor, kara toprağa gömülüyor. Zahire göre fark, olsa olsa yolculuğa çıktığı vasıtada, konulduğu mekânda olabilir: Birileri debdebeli tabutla; bazısı da üstü açık iki sırık salıyla taşınıyor; bazıları, saray gibi mezara; kimisi de mütevazı bir çukura gömülüyor.

Ölüm, her canlı için mukadder. Bunu bilmeyen yok.

Ne var ki, insan bazen dünyadaki sarayında ebedî kalacakmış gibi ihtirasının kölesi olabiliyor. Bazen hırsları ve hayalleri doymak bilmiyor, “Hel min mezîd” yani, “daha yok mu?” diyor. Dünyanın kimseye yâr olmayan tahtına ve saltanatına sıkı sıkı sarılıyor.

Cenaze merasiminde dikkatimi çekti: Müteveffâ Suudi Arabistan Kralı Abdullah, üzerinde seccade ebadında bir halının yer aldığı bir salacanın-buna “sal” da deniyor-üzerinde ve yerde yatıyordu. Düşünebiliyor musunuz? Koskoca bir ülkenin kralının; uğrunda birçok şeyin feda edilebildiği bir insanın ayakları salacaya sığmamış; bir miktar, seccadeden taşmıştı.

O gün, hâzurun ayakta; kral ise yerdeydi. Hayatta olduğu günlerde ise, o ayakta, tahtında; avaneleri ise ayaklarının altındaydı âdeta! Kralın iki dudağının arasından çıkacak bir çift söze ve emre âmâde idiler. Ve Kral, götürüldü, Riyad’daki “Ud Kabristanı”ında, gözden uzak-gelenekleri gereği-isimsiz bir mezara gömüldü.

O da Müslüman’dı, onun da Allah’ı bizim Allah’ımızdı; o da, biz de, aynı Ma’budun ibadıydık; mezhebimiz farklı da olsa, dinimiz birdi, Rabbimiz birdi.

Ben bu manzaraya medya vasıtasıyla muttali oldum. Ama görmesi gereken gözler; ders alması gereken kimseler bizzat başucundaydı o an, el pençe divan durarak; belki, bir gün gelip kendi saltanatlarının da son bulacağından ürpererek, korkarak bakıyorlardı.

Evet, ibret ânı idi, o an!

Köşkler, saraylar; şatafatlı araçlar; şakşakçılar, yağcılar hepsi burada; mevta ise, ameliyle orada… 

Bediüzzaman’ın, “Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme” sözü böylece, bir defa daha makamına oturdu.

Demek ki şişmenin, yelkenleri alabildiğince şişirmenin âlemi yok; çünkü bir gün, rüzgâr diner, yelken iner. Marifet, ne kendini, ne de yolcularını ezmeden, üzmeden, mağdur etmeden sahi-i selâmete çıkartmaktır. Bunu için, pusulanın da, pusulayı kullanan kafaların da doğru çalışması gerekir.

İnşaallah, bendeniz gibi, başkası da bu tablodan hissesini almıştır.

Çünkü ölüm, en tesirli nâsihtir.

Okunma Sayısı: 1712
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı