Hayatımızı şekillendiren mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’inde Yüce Rabbimiz, en çok üzerinde durduğu kötülüklerin başında zulüm olduğunu beyan eder.
Bu sebeple dünyada ve ahirette cezası şiddetli olan büyük bir günah olarak zulmü tarif eder. Çünkü, zulüm haddi aşmak ve kul hakkına tecavüzdür. Zulüm yapan zalimler, dünyada zulmettikleri masumların hayatlarını karartarak, onlara dünyayı zindan ederek mazlûmların âhını almaktadırlar. Hesap gününde karşılaşacakları çetin manzara, mazlûmlara yaptıklarının kendi başlarına gelmesinden başka bir şey değildir. “Zulm ile abad olanın ahiri berbat olur” sözü de tam bunu ifade etmektedir.
Bugün, dört tarafımızdaki İslâm ülkelerinde yaşayan Müslüman kardeşlerimiz, zalimlerin satranç oyunları ile akla ve hayale gelmeyecek ve hiçbir vicdan sahibinin asla kabul etmeyeceği şekilde zulüm ile karşı karşıyadırlar. Gerek Filistin’de, gerek Suriye’de, gerek Irak’ta, gerek Ortadoğu ülkelerinde ve gerekse güzelim ülkemizin bir çok il ve ilçesinde bu zulümlerin yaşandığını büyük bir esefle izlemekteyiz. Zalimler karşısında hakkı söylemek en büyük cihad olduğundan, zalimin zulmünü önlemek, hem bu dünyada ve hem de ahirette kurtuluşun ta kendisidir. Evet, mazlûm kardeşlerimizin feryad u figanlarını işittiğimiz halde sessiz kalışımıza ne demeliyiz? Zulme yardımcı olmak, yapılanları zulmü görmemezlikten gelmek, düşünce ve davranışta zalimlere meyletmekle meşgul olanların akıbeti hakkında Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmaktadır:
“Bu fiilleri işleyenlerin Allah’ın gazabına uğrayacaklarını, Allah’ın zalimlere yardım edenlerle ahirette asla görüşmeyeceğini, onların yardım ettikleri zalimlerle beraber olduklarını, zulme taraftar olanlar, sessiz kalanlar ve görmezden gelenlere asla merhamet edilmeyeceğini” buyurmaktadır.
Hiçbir dünyevî hırs, çıkar ve siyaset, bir insanı yaşatmaktan daha değerli olamaz. Masum insanları katledenler, bu duruma maddî ve manevî destek verenler, gerçekte bütün bir insanlığı katletmişlerdir. Er ya da geç, bu dünyada cezalarını bulacakları gibi, ahirette de büyük bir azap onları beklemektedir. Çünkü, mazlûmun âhı titretir arş-ı Rahman’ı ve yine tarih şahittir ki, masumların kanları üzerine kurulu hiçbir saltanat, hiçbir hükümranlık ayakta duramaz ve durmamıştır. Zira, Allah zalimleri asla sevmez ve hidayete erdirmez. Bunu da unutmamalıyız ki, şartlar ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin, hangi gerekçe ile yapılırsa yapılsın, dini, ırkı, rengi ve coğrafyası ne olursa olsun, Müslüman, her zaman zulmün ve zalimin karşısında, mazlûmun ise yanında yer almalıdır. Zulme şahit olan herkes, en az zulme uğrayan kadar zulme karşı durmalıdır. Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm, değil zulme razı olmayı, zulmedenlere meyletmeyi bile yasaklamıştır. O halde, Müslüman zulmü alkışlayamaz, zalimi asla sevemez. Zulme göz yumamaz, kanayan bir yara gördüğünde ciğeri yanmalıdır. O yarayı iyileştirmek için her türlü sıkıntıya göğüs gererek, hakkı tutup ayağa kaldırmalıdır. Her zaman zalimin hasmı olup mazlûmun yanında yer almalıdır.
Rabbimiz her şeye rağmen bizlere şöyle bir müjde vermektedir: “Gevşemeyin ve üzülmeyin, inanıyorsanız üstün olan sizsiniz.” (Al-i İmran, 139) Evet, bütün sıdk-ı kalbimizle bu zulmün en kısa zamanda durmasını, ifsat komitelerinin, fesat şebekelerinin ve silâh tüccarlarının kahr u perişan olmalarını ve bütün insanlığın rahat bir nefes alarak huzur içerisinde yaşamalarını, Müslümanların ferasetlerini kullanarak şu kâfirlerin oyuncağı olmaktan kurtularak, kardeşçe yaşamalarını Yüce Rabbimizden niyaz ediyoruz.
Ve Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) Efendimizin duâsıyla yalvarıyoruz: “Allah’ım, zulmetmekten ve zulme uğramaktan Sana sığınırım.”