Çetin kış rüzgârlarının estiğini hissediyorum. Eserken dar akıllardan geçen rüzgârın çıkarttığı sesleri işitiyorum.
Tek ton tek düze sesler. Vvuuu.. Tabi çok görmek istediğim, üstüne binip gitmek istediğim o beyaz kuyruklu şey de pek ortalıkta görünmüyor. Belli ki, ölmüş olacak, yoksa koştura koştura geçerdi önümden. Bende evime dönüp ne kadar kapı baca varsa seddedip kapatıyorum ve sobamı yakıp oturuyorum. Yani anlayacağınız gidip dershaneme Yeni Asya’yı ve Nurları okuyorum, çay içiyorum.
Sonra camdan dışarı bakınca bir kaç kişinin buzlu ve çamurlu bir yolda koşup yarıştığını ve düşünce de yerdeki çamurları alıp birbirine attığını görüyorum. Az ilerde de gene o çamurlu yolun kenarında karışık bir grup var. En çok çamuru atana tezahürat yapıyorlar. Hatta bazen onlarda çamurdan top yapıp önüne gelene atıyorlar. Milletin yüzü çamurdan tanınacak halde değil anlayacağınız. Koca koca adamlar... Ağlasam mı gülsem mi bilemiyorum. Hayret doğrusu. Yani anlayacağınız hava siyasetli, sisli ve puslu. Pencereden seyrediyorum, içlerine girmiyorum.
Şimdi düşünüyorum. Bu yolda benim Kırat’ım gidemez. O beyazdır çamura gelemez. Hızlıdır. Ama buzda gidemez. Üstüne binen ne kadar usta da olsa onu süremez. Öyleyse bu yol bu hava, bu meydan onun değil. Onun gibilerin de değil.
İşte onları görünce değil meyus olmak bin sürur çektim gönlüme. Kıratımın ölmüşlüğüne sevindim.
İşte “Mevt dahi hayat gibi mahlûktur, hem bir nimettir.” hakikati gönlümü rahatlatıyor. Güzel sahraların ve geniş bahçelerin aşıkları olan o beyaz kuyruklu şeylerin, kışın şiddeti içinde hayatları ne kadar zahmet ve ölümleri ne kadar rahmet olduğunu anladım. Yani anlayacağınız eğer böyle müstebitlerin kol gezdiği bir zamanda bizim kuyruklu da olsaydı aşağı yukarı ne hale gireceğini tahmin edebildiniz. Belki o da çamurdan tanınmaz hale gelecekti. Kirletilecekti. Kimliğini ve geçmişini yitirecekti. Ya da kolunu bacağını kıracaktı. Belki de bir daha hiç koşamayacaktı. Koşmayı unutacaktı.
Ama ben artık daha da umutluyum. Çünkü o kirlenmedi. Çünkü en azından biliyorum ki 35 sene geçse bile dirilebilen bir kuyruklu yıldızdır o Kırat. İncelse de kopmaz o hat. Eminim.
İşte ey Demokratlar ve ey Demokrat Nurcular!
Üzülmeyiniz. Meyus olmayınız. Çiçekler baharda geldiği gibi Kırat’lar da baharda koşmaya başlarlar. Bizim işimiz onlara yer ihzar etmektir. Yani anlayacağınız; dağları ve sahraları medrese etmek ve herkese, her önümüze gelene meşrûtiyeti ders vermektir. Millet irşat edilmeli. Yağmursuzluk duânın vaktidir.