Bu silâhlar niye!
Dâvet var tefekküre;
Marş marş kelimelere!
*
Kelimelerin akışına müdahale etmek; hayatın akışına müdahele anlamına gelir. Kelimelerde hayat akar çünkü. İşte biz böyle yaptık ettik; ne ettik ne olduk ortada; ortada kaldık.
Şimdi dilimizden özür dileme zamanı: Biz ettik; sen etme!
*
Kelimelerimiz yok; anlaşamadığımızdan yakınıyoruz; tuhaf değil mi!
*
Ne kadar kelimen varsa; o kadar arkadaşın var.
*
Yani insan kelimedir mi diyorsun? De/r gibisin. Kelimeler haritası insanın; fotoğrafı, “fotolafı,” resmi, güftesi, bestesi, daha daha, nesi nesi...
*
Ne olacak ki?!... Katlı katlı evler yapmışsın da... üst üste koy bakalım kelimelerini ne edip ne tutuyor?!...
*
“Kelimeleri Kullanma Kılavuzu...” diye... “Kelimelerle Arkadaşlık...” “Kelimesizliğin Dayanılmaz Hafifliği...” gibi... filmler çekilemez mi?! Tiyatrolar olabilir mi?! (Sesli düşündüm!)
*
“Alışkanlık icabı” kullandığımız kelimeler var; bunları “icabın alışkanlığı” haline getirdiğimizde... kelimelerin öteki seslerini de selâmlamış olmaz mıyız?!... Deneyelim!
*
Kelimen yoksa sokağa çıkma!
Âşık olunmaz kelimesiz!
Çıkar bütün kelimelerini;
Kuytu köşede ne varsa...
Paralarını saydığın gibi;
Çıkar çıkar say; arada!
Kelimen yoksa parmak kaldırma!
Sofraya oturma!
Baş köşelere kurulma!
Kelimesi olanlara yol ver; bâri!
Haddini hududunu bil!
Ne kadar kelimen varsa o kadarsın!
Bana kelimelerini söyle...
*
Kelimeler böyle...
Çağırır, çağrıştırır...
Zamanları toplar ân/laştırır.
Özlettirir, gözlettirir.
Kelimeler böyle...
Farkına varırsın; gelirsin, gidersin ve hep yoldasın.
*
İlâcın ilâca...
Doktorun doktora ihtiyacı var!
Derdimi anlatmak istiyorum;
Dilimden kelimeler uçmuş!
*
Ben bu medeniyetin adını koydum:
İsraf Medeniyeti...
Köle Medeniyeti...
Oyalama Boyalama Medeniyeti...
*
İçi boşaltılıyor kelimelerin. Aşk ne kadar “aşksız” meselâ... Evet; adı medeniyet; kendisi yok meselâ... Yediğimiz birçok ekmeğin de artık “ekmek” olmadığı gibi...
*
Kelimeler... Mısralar... Cümleler...
Zaten bir kitap olan hayatımıza birkaç mısra tercüman olabilsin diye... Korkuları, ümitleri, mevsimleri, zamanı, aynaları biraz daha tanımak adına...
*
Zaman... kelime çağı... Kimi-ne şifa; Kimi-ne ağı...
*
Adam hem cahil, hem de konuşuyor.
Etrafı da kalabalık...
Ağzıyla kulağının arası açık...
Dilinden düşenler bin pişman ağlıyor.
Sussa; dünya gülecek;
Kelimeler bayram edecek.
*
Kolay değil konuşmak;
Kaç hatip var tarihte!
Ağzı olan konuşamaz;
Kelimeler, kelimeler gerek...
Vurgulu, kurgulu, durgulu...
Yıldızlar gibi yerli yerinde...
Güller gibi kat kat...
Yürür gibi...
Hattâ öksürür gibi...
Nefeslenir gibi...
Kar, erir gibi...
Tonlamalı, burgulu, duygulu...
Kolay mı kelimelerle aşklaşmak?!...
*
Gözlerin ne kadar kelime öyle!
Ne zaman göz göze gelsek...
Türküler söylüyor birdenbire!
*
Masal=misal=emsal=mümessil=mesel=temsil=benzer... Doğru şeyler olmalı benzetmeler de... La Fonten orada zavallı hayvanın gıybetini yapmış. “Çaldı saz; bütün yaz” diyor, evet! İşini yapana ne denir. Ona verilen vazife o: Zikrediyor.
*
Hem kelimelerin az hem tecrüben...
Hem de konuşmayı bilmiyorsun.
Nerde konuşulur, nerde susulur...
Duymuyorsun kelimelerin sesini...
Vurgulardan, tonlamalardan haberin yok!
Bana sorarsan; sus!
Biraz kelimeler biriktir.
Kendini biriktir biraz.