"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hakikate susayan dünya

Armağan Bahtiyar
30 Mart 2018, Cuma
Dünya iyi gitmiyor.

Kültür, edebiyat, san’at konuşulmuyor; savaşlar körükleniyor. Tarım ülkesi; gıda ithal ediyor. Okula zeki kaydedilen çocuk; bir tuhaflaştırılıp eve öyle gönderiliyor; bazıları eve bile dönmüyor.

*

Betonlar çiçek açmaz diye yıllar önce yazdıydım. Şimdi beterin beteri... Nereye kadar gider; ağaçların betonlardan önemli ve pahalı ve hemen yok edilecek şeyler olmadığı anlaşılır mı; bilmem. 

Kitap satışları nüfusa göre artmıyor. Teknolojiye yenildik. 

Gıdasız kalan kalabalıklar, ilâç kuyruğunda mı şifa bulacak? Can boğazdan gelir. 

*

Dünya İstanbul’a taşınıyor. İstanbul’un yolları düğümlü... İstanbul’a bu yapılmaz ki..

Anadolu tenha mı tenha... Ve hep unutuluyor Anadolu. Osmanlı’da da unutulmuş, şimdi de... Haydi dün geri gelmez de bugün de geriden geriye gitmemeliydi. Köyler şehirlere; şehirler öteki ülkelere kaçışın yollarına bakıyor. 

*

Gözler ve sözler boyanıyor. Kalitesizlik “kalite” oldu; yalan revaç buldu; yeri geldiğinde doğruyu söylemek fermana mahsus...

*

Geçen gün Süleymaniye’deydim, Vefa’daydım; dökülüyor tarih. Para yoksa; para etmiyor; ne tarih ne tabiat. Ton ton beton; hiçbir tınısı yok. 

*

Bütün dünyada siyasetin işi bitti; demokrasiler göstermelik mi?! Ön planda menfaat... Ve vergilerin çoğu belli yerlere aktarılıyor. Halk seçim aracı mı?!

Yaşamanın adını, adresini bilseydi okullar; kan ter içinde kalmazdı dünya! 

Sabah akşam siyaset ve futbol konuşarak nereye gelinirse biz de oraya geldik işte! Dünyada en az kitap okuyanlar ve gelir dağılımı en adaletsiz ülkeler arasındaymışız.

*

İsrafın geldiği yer: Koca koca binalar, binalar, binalar... Ve fukaralığın tavan yaptığı arka sokaklar... Uyutmak için diziler... Göstermelik/dekorize edilmiş haberler... Şimdi hava durumu... Haberleri geçelim; “havadan, sudan” konuşalım; gerçekle karşı karşıya oluruz hiç değilse; birçok gevezelikten öte...

*

Dünya, sadece kadına şiddet uyguluyor, değil; çocuklara, erkeklere de göz açtırmıyor. Fakat şu da var ki bu şiddetli, hiddetli adamların ilk öğretmenleri de kadınlar. Dünya niye kan ağlıyor; kadınlar -ayrıca- düşünmeli.

*

Dünyaya savaş kazanmaya, para kazanmaya, yarışa gelmedik ki! Kendimizle yüzleşmek için buradayız!

*

Şiire, estetiğe, tarihe, mûsikîye uzaklık; nezaketsizliğe, gelişi güzel yaşamalara kapı aralar. Yollara, evlere baksanıza... Meselâ sıfır estetik okullardan Sinanlar bekliyoruz; belki de -veya- beklemediğimiz için ikinci bir Süleymaniye yok.

*

Arkadaşlar, dostlar, kardeşler,

Çok siyasî olduk. Akrabalarla oturup rahat rahat konuşamıyoruz. Şimdi dört parti var. Dün kırk parti vardı, ama bu kadar kırk parça değildik. Ne oldu bize, diye saf saf sorayım mı?!... Burada tahlil yapmayacağım. Parti, particiler dostluğun, akrabalığın, kardeşliğin önüne geçebilir mi! Elimize geçen bir şey yok bu küslüklerde; elimizden çıkan, yüreğimizi yaralayan çok şey var. Meclis işte orada; ne gerekiyorsa karar alsınlar diye millet seçip gönderdi. Koynumuzda yıllarca yılan beslemedik a! bizler dünkü akrabayız yine. Lütfen! Bırakın milletin yakasını! Siyasetin hiçbir esprisi kalmadı. Üç günlük dünyaya kavga etmeye gelmedik. Yunus: “Kin tutanın yoktur dini” diyor.

*

Dünyayı içinden çıkılmaz hâle getirenleri soruyorsanız; “ileri!” ülkeler... Kocaman diplomalı adamlar. Yani üniversitelerden huzurlu adamlar çıkmalı... Muzır olmak için diploma alınmaz.

*

Fâni dünya... da... kavgalar niyeyse?!... Hepimize yetecek güneş, ay, yıldızlar... yeter de artar da... Birileri “yetinmiyor” nedense! Öteki çocukların oyuncaklarını kapan kaçıran “çocukların” manzara- sını hayâl edin bakalım! Sözlüklerde “kanaat” diye bir kelime var. Sözlüklerin tozunu alalım da bakalım hele bir; neymiş hakkına razı olmak?

*

Ve suskun dünya... Açlık ve cehalet ve kavga... Kıravatlı adamların sofralarında kan... Ve savaşlar...

Birinci, İkinci Cihan... Elde var gözyaşı, feryad u figan... Ve suskun dünya... Acılara ve ölümlere aldırmayan...

*

Çok kuruyoruz yani kuruntuluyuz. Hemen köpürüyoruz yani sabrımız çok ince... Geçip gidiyoruz hayatı yani tefekkürümüz paslı... Bunca nimet içindeyiz yani Hakk’ın hatırını ne kadar güdüyoruz? Hayat o kadar fani ki yani bunun ne kadar farkındayız?! Ve nakış nakış bahar geldi bunca betonlu şehirlerde yani mevsimler bize bir bakın yani telâşelere kurban gitmeyin diyor. Hayat ne güzel gülümsetiliyor. Sen de gülümsesene.

*

Demek ki otobanlar mutlu etmiyor bizi. Bina çok dünyada; para da... Yok, yok; huzur başka yerde... Tamam da; bunca vergi neden toplanır? İnsan; sorar, düşünür, duyar... Körü körüne değil; görü görüne yaşayalım!

*

Şehrin yuttukları, attıkları, unuttukları... Ve şehrin vitrin vitrin dâveti... Ev özleminin çölde susuz kalanlara mı benzediği... Ve ezanların hatırlattığı günde beş vakit... Can kulağımız, gönülden yanlarımız nerelerde?

*

Resmî törenler var ya... Protokol falan filan... Sayın müdürüm... Pek sayın başkanım... Daha açış konuşması yapılırken... Kaçış yapmak isterim!

*

Ben de bilemedim âşık mıyım;

Nedir terk ettiklerim; bağlandığım ne?!...

Ya gülüp ağladıklarım?!...

Ya geldiklerinde: “Vade doldu!” deyu...

Net miyim ben o zaman; 

Karışık bir suret miyim?!...

*

Bu kadar hissizleşen, yalnızlaşan, paralaşan, paralanan, yaralanan, paslanan, puslanan bir dünyada olmak öyle kolay anlatılır. Şeylerden olmasa gerek!

*

İnternet, bilgisayar, tablet...

Ne var ne olmuş;

Bunca hayranlık teknolojiye?!...

Yanlış ata oynuyoruz;

Kitabı kapatıp nereye?!...

*

Bu hâl, hâl değil; dönelim. Hayat ayrı; okullar ayrı... Camiler de hayattan ayrı yerde durabilir mi! Oralar da mı resmîleşti?! Meselâ soru soramıyorsun. Tebessümden uzaklık var. Gri bulutlar var; böyle uhrevî yerlerde bile. Yoksa; bir derin yanılgı mı bendeki haller?!... Siz de bi’ düşünün.

*

Gördüğüm kadarıyla dört şeyin çok zor olduğu: Okumak... Yazmak... Evlât yetiştirmek... Helâlinden (para) kazanmak...

*

Parası olanlar eve, arabaya koşuyor. Arabasında kitap gezdirip dağıtan kaç kişi gördünüz? Okumayan biri, bir memleket; sadece ve yalnızca ve ancak ve illa çöküşe koşuyordur. Âcil ilâç gibi âcil kitap servisi yoksa... orada âcil bir durum vardır.

*

Azın azı eşya ile yaşayanları okudukça/gördükçe; ağırlaşıyor insan! Bu ne kadar kalabalık şeyler(l)e sarılmışız! Ne demiş Yunus:

“Bunca varlık var iken;

Gitmez gönül darlığı!”

Eşyalarınız azaldıkça yaşadığınızı hissedeceksiniz daha bir!

*

Hürriyeti (başkalarına) çok görenler; kısa zamanda görünmez olurlar. Tarihe hafif bir yolculuk yeter.

*

Baharın farkında olmadan geçip gitme yollardan. Yeniden dirilişin kokusunu duy. Unut telâşesini şehrin.

*

NAYLON

Meselâ ekmeğimiz naylon...

Halılarımız bir rüya gibi dokunurdu gece gündüz;

Halılarımız, düşüncelerimiz naylon...

Balımız, şekerimiz; koltuğumuz, evlerimiz...

Gözlerimizi kaçırıyorsak apansız birbirimizden;

Dostluklarımız naylon...

Öksürünce -sözüm ona- doktora koşuyorsak...

Hastalıklarımız naylon...

Diplomalarımız on para etmiyorsa...

Paramız paramparçaysa...

Yollarımız yürünmüyorsa, insanlığımız görünmüyorsa...

Konuşmalar, görüşmeler, imzalar...

Nayloon...

Okunma Sayısı: 2579
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı