* Kalbimize hicret etmiyorsak... daha nereye ki yolculuk?!...
* Ağaçların dilinden anlamayan biriyle konuşamazsınız!
* Vaktinde yap; vakit yeter.
* Okullarda “Türkçe” öğretilmediğinin kimse farkında değil!
* Millet dilsiz, kelimesiz, “kendisiz” kalsın diye kompozisyon derslerini kaldırıp atmışlar.
* Misafirhaneye alışmamak lâzım geldiğini daha iyi anlıyoruz taziyelerde.
* Selâmlaşmaların “soru” işaretlerini bu kadar çağrıştırması âcilen ciddîye alınmalı. Karşılıksız selâmlara hasret kalmışlara cam gibi/can gibi selâmlar gönderelim. Bekliyorlar!
* Satılık sonbahar!
“Dikkat” fiyatına...
Gitti gidiyor!
* Oyalandığın... yalan şeyler olmasın!
* ”Dört” ihtiyacımı kırka çıkarıp elime “dert” ihtiyaçlar listesini kim tutuşturdu?!
* İnsanın kıymeti yoksa; orada hürriyet yoktur.
* Bir şey diyeyim mi: Hürriyeti hapse atarsanız; riyakâr adamlar sarar ülkeyi.
* İnsan ihtiyaç demektir.
* Bahar: Cennet serpiştirilmiş zamanlar...
* ”Hicret nedir?” diye soruyorsun; san’attan San’atkâr’a yolculuk benim anladığım...
* Benzin çok pahalı; şiir çok ucuz...
* Bir yerde “para, siyaset, gürültü, cehalet” konuşuyor; “mânâ, tarih, insanlık” susuyorsa; “sükûnet” alıp başını gitmişse; oranın kıyameti kopmuş demektir.
* Yazmak öyle ya da böyle hayatın içine girmektir.
* Kendini birkaç cümleyle anlat... deseler; ilk cümlen ne olurdu?
* Yalan ve insan yan yana duramaz.
* Hayatı yaşamayalım diye kavga gürültü çıkarıyorlar; haberin olsun!
* Netleş, sadeleş, kalbine kulağını daya; bu kesrette kaybolup gitme!
* Siyaset, san’atı yönlendiriyorsa; orada medenî bir devlet düşünülemez.
* Adımların seni sana mı taşıyor; senden uzaklara mı?!
* Dünyada demokrat kaç ülke var, dersiniz?!
* Yasakçı kafalar sivil görünümlü de olabilir; resmî de... Sivillik elbiseyle olsaydı, bu mısralar çıkar mıydı:
“Dervişlik olaydı cübbeyle hırka;
Biz de alır idik otuza kırka.” (Kimindi bu beyit?)
* ”Beni terk ettin!” diyorsun da... kendine bak biraz. Kendini terk eden birisini nasıl bulabilirim ki! Sen kendini bulduğunda... yine... yeniden... sabahlarla selâmlaşacaksın.
* Kalbimizi devreye sokmadan yaşamak; kalpsizlik değilse ne?!...
* Dahası... kaç münevverimiz var?!...
* Mürşit, tahta çıkacak müridine: ”Tahta kurulmaya bakma; gönüllere taht kur.” diyecekti.
* Öyle ya dünya bir gölgelik, bir masal, sonsuz âleme bir misal... de bu gölgeliğe bu gökdelen kazıkları neyin nesi? Masalı gerçek belleyiş ne olacak? Bu misalden yani örnekten yani bu vitrin dürbününden sonsuzluğu görmek işimiz...