“Alışkanlık icabı” kullandığımız kelimeler var; bunları “icabın alışkanlığı” haline getirdiğimizde... kelimelerin öteki seslerini de selâmlamış olmaz mıyız?!... Deneyelim:
***
Kitaplar kitabı: “Oku!” der; Mevlânâ: “Dinle!” Anlamak mı? Dur hele! Oku hele, dinle hele!
***
Bitmeyen emellerini tek tek yaz; ömrünün ne kadarlığını da...
***
“Okumak nedir?” diye soruyorsun. Sor da... zor da bir soru bu... Okudukça çıkacak cevaplar karşına okudukça... Farkına vardıkça göreceksin okumaların/ın ne olduğunu... “Ol”dukça göreceksin!
***
Mal biriktirdikçe fukaralığım; okudukça cehaletim artıyor!
Kapıyı duvar; duvarı kapı eyleyenler var. Sen hangisinin önündesin?
***
Hayata ne kadar yakınsan/tanıdıksan… ölüme de o kadar yakınsın/tanıdıksın!
***
Düşünmeyi ihmal edenler, ihmalini düşünmeye vakit bulamayabilirler.
***
Kuş, avcıya: “Acı bana!” der.
Avcı, kuşa: “İşim bu!” der.
Heh! İş mi şimdi bu!
***
Yine aynı yerde miyiz? Hürriyet, adalet, müsavat/eşitlik...
***
Söyleyecek sözü olanlar; söyler. Hürriyetin varlığı/yokluğu onlar için birdir. Kendisi olmayanlar da rol yapar; tutmaz!
***
Hele hele Risale okuyanların, hürriyeti baş tacı etmek gibi mutlak bir vazifesi var. Hürriyet hele bir kenarda dursun, demek gibi lüksleri olamaz.
***
İnsana en yakışan elbise, hürriyet; hiç yakışmayan, esaret...
***
Hürriyetin olmadığı yerde -bırakın adamı- ot yetişmez ot! İstersen bunu bir kenara not, et. Hürriyet ah hürriyet! Ey insanlık denilen suret! Ya hürriyet, ya felâket...
***
Önce hürriyet... sonra hürriyet... hep hürriyet...
***
Birbirimizi karalamayalım; elimize bir şey geçmez.
***
Ya insanlığı buraya getirelim ya da insanlığın olduğu yere gidelim.
***
Dilimizde kelime yok! Ellerimiz cimri... İşlerimiz; iş olsun, diye... Sıfır sabır... Konuşurken göz göze gelmekten kaçıyoruz. Yaşıyoruz; değil mi?!...
***
Dünü, yarını çok karıştırıyoruz; şimdiyi es geçerek yaşamaya yaşamak denir mi!
***
Savaşı “oyun” belleyenlere: Savaş “oyun” değildir; oyuna gelmeyelim!
***
Zalimlere dur diyen sistemin adına medeniyet deniyor.
***
Kemirilen, “adalet” ya da senin “insanlık” gövden; ne sanıyordun ki?!
***
Sizden iyi olmasın, diye söze başlıyorlarsa; aman iyi olun, demek istiyorlardır, diye düşünürüm.
***
Ölümsüzlüğü, ölümlü dünyadan istemek tuhaf ve acı... değil mi!
***
Ne zamandan beri farkındasın yaşadığının; farkında mısın?!...
***
Merhaba ölüm!
Nice sevdiklerim öbür tarafta… Madem ki geldin: “Hoş geldin!” diyebilmek gözünün içine baka baka… ne hoş olur!
***
“Ne hoş!” da deseler... “Nâhoş!” da deseler... sen aynalarda gözlerinin içine sor, sen hakikate sor!
***
Her yazar kendini yazar, kendine yazar; her okur kendini okur, kendine okur…
***
Birimiz ayna, birimiz ışık olamıyorsak... nasıl yansışabiliriz ayine-i devranda, ayine-i gönülde!
***
Kelimelerimiz olmayınca; dertleşirken; derdimiz azalacağına; çoğalıyor!
***
Durmuş zamanı anlatır;
Fotoğrafa düşen saatler.
***
Hayat bir içim su belki de… Belli ki de… Belki de biz ağırlaştırıyoruz… Belli ki de…
Tevekkülün gül muştusunu koklayanları gördükçe… hayatı öldürenleri gördükçe… böyle diyesi geliyor insanın.
***
Hadiseler diyor ki: Dünyaya bağlanma! Dinmeyen kan, gözyaşı, feryatlar... buranın bütün cilâsını sökmekle meşgul...
***
Ey bütün ihtiyaçlarımın sahibi... Ellerimi tut. Yardıma ihtiyacım var. Her dem ve sonsuz... Buralar çöl ve benim hep sana dinmeyen susamışlığım var.
***
Her yanım duâ… Her anım duâ… Bilsem de bilmesem de…
***
Her an bir çekirdek bana sunulan; ya “zakkum” ya da “tuba” olacak...