Kendimizi unutturup aklımızın ermediği şeyleri önümüze atıyorlar; ne kadar düğüm varsa; çözmemizi istiyorlar. Yaşamak neydi anne?!...
*
Şehirde; yabancıyım kendime.
Son kalan ağaçları da kovuyorlar.
Kuşların çığlıklarına aldırmadan ev yapıyorlar.
Yuva yıkan adamlar yuvalanmış şehirlere.
Şehirler kuş ağıtlarıyla dolu.
Kuşları, gölgeleri silkeleyip ağaçlardan;
Kendilerine gökkatlı kafesler yapıyorlar.
Masumdur kuşlar; yıkar ahları yuvanızı.
*
Okullarımız var; kitapla aramız açık! Okullarımız var; binalarımız bir sarsıntıda... yerle bir! Okullarımız var; cehaletimiz/fukaralığımız/aklımızı, kalbimizi terk etmişliğimiz var!
*
Okullarımız olmasaydı daha ne olacaktı ki... Okullar olsun mu hâlâ?!... Cümle kuramaz, bir sayfa “kendini anlat” desen anlatamazların mezun olduğu yerler... On binlerce kelimen olsun; sen iki yüz kelimeyle konuş! (Bu) okullar olsun, değil mi?!...
*
Bu profesörler kafamı karıştırıyor anne! Lügate/sözlüğe/kitaba bakmam gerekiyor; bunların çoğunun dilinde, kelimelerin hüviyeti kayboluyor.
*
Okulların “göz boyamak” için olduğunu söylesem... itiraz edeceksiniz (belki!) O zaman şöyle diyeyim: “Bunca zeki çocuklar sadece Japonya’da olmadığına göre; onlar niye orda; biz niye burdayız?!...” (Soruyu sâkin sordum ki sâkin düşünelim, diye!) ...de nereye kadar?!... Almanları demedim daha; Japonlar gibi bunlar da çok hırpalandı! Biz; sirke/sarmısak hesabından çıkamadık ki çorbayı içelim! Yüzlerce talebe, hapishane okullarda/n yetişir mi?!... Bak, işte; yetişmiyor! sonuç?!... Son uç ne?!... Ortada! Bir vurdumduymazlık var da... benim işim, işimi yapmak! Yani harita/halita bu! Neden, neden, neden; genç beyinler ilk fırsatta Amerika ve saire diyor?!
*
“Yaralı; beş paralı!” diye takılırdık çocukken. Öyle değil miyiz?!...
*
Eğitimde yerimiz hayli gerilerde; sonlara doğru olduğumuzu araştırmalar, anketler söylüyor. Dilde, anlamada, matematikte, fende adımız sanımız okunmuyor. Ne kaldı geriye! Bir milyona yakın eğitim çalışanı var. Başka bir meslek mi seçseler kendilerine!
*
Kelimelerin akışına müdahale etmek; hayatın akışına müdahele anlamına gelir. Kelimelerde hayat akar çünkü. İşte biz böyle yaptık ettik; ne ettik ne olduk ortada; ortada kaldık. Şimdi dilimizden özür dileme zamanı: Biz ettik; sen etme!
*
Bir araştırma yapılsın mı: “Ne kadar Türkçe konuşuyoruz?” diye... Okulların Türkçe notu kaç dersiniz? Düşük... Ve bu okullardan çıkan bir kişi var mı dünya çapında?!... Niyetim, bir yerleri, birilerini tenkit değil; sorgulamak! “Nereye gidiyoruz?” diye... durup düşünmeyelim mi?!...
*
Bir şey anlatmana gerek yok çok zaman. Bırak, hâlin konuşsun! Dil, her şeyi anlatamaz! Tek dili yok ki insanın! Telâşlanma; seni de anlarlar! Bizim bahçenin kedileriyle öyle bir anlaşıyoruz ki... Meselâ yaprakların hüznünü, sevincini anlamıyor musun! Sonbaharda bir hüzün, baharda bir sevinç var salınışlarında.
*
Deprem korkusuyla yaşıyoruz! Korku depremiyle yani! Bu karton, bu şiirsiz, bu; aklı da kalbi de tatmin etmeyen evlerin plancısı/duvarcısı zorlu değil; “zorunlu/sorunlu” eğitimden geçiriliyor. Zorla güzellik olmaz, diye boşuna dememiş atalar. Binaları değil; bânileri g/özden geçirelim önce!
*
Bir derdin varsa zaten kalemi eline alırsın. Yoksa bile, sen, yine kalemlen; güzelleşirsin!
*
Unuttuğumuz çok şey var:
Meselâ cömertlik... Mertlik meselâ... Yalan başımıza belâ.... Yılanı seçiyoruz dost diye... Bir tebessümü hediye niyetine;
Çok görmeyin e mi!
*
Her cenazede,
Yepyeni ölümler doğuyor içimde;
Dipdiri... Hayat ve ölüm kolkola giriyor;
Yumuşacık hayatın elleri...
*
Beklemek kolay mı... Adı “aşk” olsa da!
*
Yok, yok; anladım ben!
Çok dünya adımladım ben!
Parası uçucu,
Ne de çabuk küsücü,
Diploması birkaç günlük dünya!
Oyalama beni; yoluma gideyim;
Bileyim; neymişim kendim!