İmsak... ve... İstanbul... ve ezanlar işte! Bu bir İstanbul çınlaması...
İstanbul’un ses fotoğrafı... Böyle keskin ezan çizgisi, bestesi, rotası, notası... bir rüzgâr gibi savuruyor insanı. Koca şehir eriyor bir potada.
*
Aç gözlülüğün gözünü kapatıyor Ramazan; gözümüzü açıyor.
*
Çok şeyi hatırlatır Ramazan;
Bir de ölümü...
Ölümdeki yiyip içmeden uzaklığı...
*
Ramazanda sakinleşiyor dünya~m; insanlık tecessüm ediyor adeta; umurumda topal karıncanın hakkı...
*
Ne zaman çocukluğumu düşünsem;
Baş köşede Ramazan...
Çocukluğumun sahur ve iftar sofraları...
İşte bir kenarda dipdiri...
Yani çocukluğum ve Ramazan...
İşte, ne bileyim; öylesine içimde...
*
Doyuran açlıktır Ramazan. Açlık, insanı doyurur mu... doyurur. Nasıl oluyor, diye bana sorma; kendi derdimi zor anlatıyorum zaten! Oruç tutup kendin göreceksin! Denemesi deva...
Unuttum unutuyorken yaşamayı; Ramazan geldi.
Kuşların telâşları, karıncalar...
Bulutların heyecanı, gökyüzü, rüzgâr...
Unuttum açlığımı; kendimi hatırladım;
İşte böyle böyle bir şey Ramazan...
*
Sahur... Davulun sesi uzaktan/yakından hoş geliyor. Ramazan; hoş geldi, hoş geçiyor. Yalnız; daha bir asılmalıyız duâlara... Dünyanın tadını tuzunu kurcalayanlar var.
*
Tutmak, tutulmaktır Ramazan. Niyetini bozmamak... Hani o verdiğimiz sözde durmak... Kendimizi tuttuğumuz ânlardır Ramazan!
*
Davulcu, geceyi silkeledi gitti.
Seyirterek baktım pencereden;
Çocukluğumdaki gibi...
Pencereler hürriyetin yanı/dibi...
Vurdukça davula uyandı yıldızlar!
Evlerde sahur aydınlığı...
Karanlığa doymada gece; gitti gidiyor.
Davulcu, pasını siliyor uykuların.
*
Davulcu kolayını bulmuş;
Bir tokmak bir davulla,
U/yandırıyor geceyi!
İçimde bin bir gece...
Gelsin o çocukluğumdaki davulcu;
Yeniden sarınayım yorgana korkuyla hem uyandırsın beni.