Hayatı zorluklar içinde yaşayanlar vardır.
Zorluklarla mücadele ederek hayatı kazananlar vardır. Bir de dâvâsını zorluklar içerisinde devam ettirenler vardır. Hem hayat zorluklarla devam eder; hem de dâvâlar zor zamanların adamları üzerinden yürür.
İşte bir Nur kahramanı Hüseyin Donbaloğlu! Zor zamanlarda, zor olanı tercih eden bir yiğit. Bu Nur kahramanı; seksen, doksan ayrışmalarına da itibar etmedi. Dâvâsında sadâkatinde, ayaklarını sabitledi. Dâvâlar; sadâkatte ayaklarını sabitleyenler üzerinde yürür, yol alır.
Nur dâvâsı serencamı içerisinde, ayrılıklara itibar etmeyen bir yiğit Nur Talebesiydi Hüseyin Donbaloğlu. Meşveretten, şûrâdan taviz vermeden yaşayan bir kahramandı Hüseyin Donbaloğlu. Onunla ilk tanıştığımız günü, dün gibi hatırlıyorum. Trabzon’da Zümrüt Apartmanı’nın bir nolu dairesine, yanında kendi yöresinden bir arkadaşıyla ilk defa girişini hatırlıyorum. Anadolu’nun kırsal kesiminden, Çukurova’nın çorak topraklarından, 1977’nin Eylül ayı gibi bir ayda karşılaştım, yanık buğday benizli köy çocuğu Hüseyin Donbaloğlu ile.
Doğduğu aile ortamının, yaşadığı köy hayatının örfünü, bir ömür boyu hiç değiştirmeden, olanca sadeliği ile yaşadı. Halim selim ve saf fıtratı hiç değişmedi. Durgun sular gibiydi, saf ve berrak. Fazla konuşmaz, herkesi dinler en son o konuşurdu. Ölçülü ve edepli tavrını hiç değiştirmezdi. Dedikoduyu ve gıybeti hiç sevmez; ‘-sözü olan Meşverette konuşsun’ derdi. Verilen kararın arkasında sadâkatle durur, şahs-ı maneviye sıkı sıkı bağlı kalırdı.
Çalıştığı bütün kurumlarda, Yeni Asya dâvâsından hiç taviz vermedi, ne zaman ziyaretine gitseniz Yeni Asya Gazetesi’ni masasının üzerinde görürdünüz. Bir çoklarının Yeni Asya’ya uzak durduğu baskı dönemlerinde, o, Yeni Asya Vakfı’nda biriken gazeteleri alır, yolu üzerindeki esnaflara, dükkânlara bırakır öyle giderdi evine. O bu dâvânın cesur bir savunucusuydu.
On bir gün kaldığı yoğun bakım ünitesinde onlarca seveni aradı durdu. Yüzlerce dâvâ arkadaşı ona duâlar etti. Mezarı başında toplanan kalabalıklar arasında ta İzmir’den kalkıp gelen Cantürk’ü görüyorum. Ta İstanbul’dan yollara düşüp gelen Ali Demir’i, Osman Yiğit’i görüyorum. Mersin’den, Hatay’dan, Adana’dan, Osmaniye’den, Kahramanmaraş’tan, Gaziantep’ten, Birecik’ten Hüseyin kardeşi ebedî yolculuğunda yalnız bırakmayan yüzlerce dâvâ arkadaşlarını görüyorum. Ta Burdur’dan, hastalığının ilk başından beri duâlarını eksik etmeyen arkadaşı Sabahaddin Boyacı’nın hüznünü görüyorum. Trabzon’dan duâlarını eksiltmeyen dâvâ arkadaşlarının silüetleri beliriyor mezarın üzerinde.
Hoca efendi dinî talkınını vermeden önce; mezarı başında toplanan vefalı dostları, Risale-i Nur dersleri okudular. Doksan yaşına dayanmış annesine, piri fani babasına, yürekleri yangın yerine dönen bacılarına, kardeşlerine; çaresizliğin ortamında Hüseyin’inden hiç umudunu kesmeyen eşine, masum yavrularına Rabbim’den sabırlar diliyorum.
Her faniye nasip olmayacak bir katılım, bir duâ, bir ders halkası günlerce devam etti. On bir gün boyunca, uyanmasını ümitle beklediğimiz Hüseyin kardeşimizin uyanması için, duâlar ederken gözyaşlarımı yüreğime akıtarak; ‘-kalk Hüseyin, uyku bu kadar ağır mı bastı. Hayatta uykusuz geceler seni yorgun mu düşürdü Hüseyin. Risale-i Nur hizmetlerinde uykusuz geçirdiğin gecelerin uykusuzluğunu mu gideriyorsun’ dedim.
Son günlerde bir Yemen türküsü dolanıyordu dilime:
‘Dön gel ağam dön gel dayanamiram/ Uyku ağır bastı uyanamiram/ Ağam öldüğüne inanamiram.’
Çukurova’nın Haruniyesi’nde, güneşin ateşinde kavrulan toprakların, yanık buğday benizli, kara yağız köy çocuğu Hüseyin. Risale-i Nurlar’ın ve Yeni Asya’nın sadâkat timsali, yiğit dâvâ adamı Hüseyin; Komşun Hz. Peygamber (asm), dostun Hz. Bediüzzaman, yoldaşın melekler olsun. Emanetin emanetimizdir.
Ruhuna binler Fatihalar.