"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Fikirler devlet olmalı” mı?

Atilla YILMAZ
11 Ekim 2016, Salı
Yıllar önce. Sene 1975. Trabzon Lisesi son sınıfta okuyorum. Fırtınalı yıllar. Sağ-sol kavgaları. Siyasî çekişmeler. Her tarafta anarşi kol geziyor. Ülke kan revan içerisinde.

Risale-i Nurlarla tanışalı bir yıl olmuş. Sınıfta yerimde duramıyordum. Her derste öğretmenlerle fikir münakaşaları yapıyordum. Derslerde parmağım hiç yere inmiyor, sürekli sorular, tartışmalar... Nur’un hakikatlerini savunduğumuz ve dillendirdiğimiz günler ve aylar gelip geçiyordu böylece.

Sınıfımda ve okulda tanıdığım her öğrencinin Nur’un hakikatleriyle buluşması için sürekli -sağ sol ayrımı yapmadan- Zümrüt’deki mütevazi Nur Medresesi’ne götürüyorum.

Bazen yemek saati denk geliyor, bazen çay saati. Hoş sohbet, muhabbet dersler fikir alış verişleri bu mekânlarda da devam ediyordu.

Allah’ım ona sağlıklı uzun ömürler versin candan bir arkadaşım vardı. Kendisi, milliyetçi, cevval, hakperest bir dâvâ adamıydı. Buradan ona da selâm olsun.

Bir gün dedi ki: ’

“Maraşlı (genelde arkadaşlar böyle hitap ederdi.), ben hep sizin oraya gidiyorum. Ama sen hiç bizim mekâna takılmıyorsun. Bi yol da sen bizim oraya gelsen.’’

Haklıydı. “Elbette niye olmasın ki’’ dedim.

Balıkçılar pazarından yukarı rampanın başında bir binanın merdivenlerinden çıkarak beraberce bir mekâna girdim. Farklı bir mekân, farklı bir ortam. Benim kaldığım medreseye benzemiyordu tabi. Ayakkabılarınızla giriyordunuz ve benim kaldığım mekândan çok farklı bir atmosfer vardı.

Sigara dumanından adeta göz gözü görmüyordu. Orada burada üçer beşerli gruplar, konuşmalar, gürültü ve sigara dumanı... Acı ve yoğun sigara dumanı başımı da döndürmüştü.

Hani derler ya ‘’sudan çıkmış balık’’ misali. Aynen öyle oldum.

Arkadaşım beni yanındakilerle tanıştırıyor. Sohbet başlıyordu… Teşkilât başkanını getirdi arkadaşım, tanıştırdı. Bir iki hoş beşten sonra, o ana kadar hiç duymadığım, ilgilenmediğim ve bulunduğum gruptaki arkadaşlarında derslerinde sohbetlerinde hiç kullanmadıkları bir cümle, bir soru yöneltti bana:

‘’Fikirlerin devlet olması gerek! Sizin (Nurcuların) fikriniz ne zaman devlet olacak? Sizin fikriniz ne? Fikrinizin devlet olması için ne yapıyorsunuz?’’

Beynim zonkladı. Bu dumanlı ortamdan zaten sıkılan beynimi, hafakanlar bastı. Başım döndü. Teşkilât başkanının diğer söylediklerini hiç duymaz oldum. O ha bire konuşuyor bir şeyler soruyordu.

O konuşuyordu ben susuyordum… Sanıyorum orada bir iki saat bulundum.

Sonra beni oraya götüren arkadaşımla dışarıya çıktık. Ama, adımlarımı nasıl attığımı nasıl yürüdüğümü bilmiyorum. .

Kafamda zonklayan bir cümle vardı ve beynimi kemiriyordu. ’’Fikirlerin devlet olması gerek! Nurcuların fikri ne zaman devlet olacak ve devlet olmak için ne yapıyorsunuz?‘’

Medresede kalışımın ikinci yılıydı. Okumayı seven bir fıtratım vardı. Risale-i Nur Külliyatı’nı baştan sona okumuştum altını çize çize. Ama ‘’Devlet’’, ‘’Devlet olmak’’ diye bir cümlesini hatırlamıyordum.

Okumak, okulu bitirmek, makam sahibi olmak, kadrolaşmak ve Nurcuların devlete hakim olması… Bunları düşünüyor ve teşkilâttaki reise hak veriyordum.

O sene ‘’Taşocak Medresesi’’nde kalıyordum. Müdebbir kardeşin odasındaydım. İki kişilik bir odaydı. Akşama doğru medreseye vardım. Odama girdim ve kendimi yatağa bırakıverdim….

Uyandığımda ertesi gün akşam olmuştu. Ve ben yirmi dört saat uyumuştum. Aman Ya Rabbi…

Uyandığımda, karşımdaki somyada müdebbirim Şevket Sipahi’yi oturur vaziyette buldum.

‘’Keçeli ne bu halin? Leş gibi sigara kokuyorsun. Nereye gittin sen, bu kadar uyku mu olur, senin bu halin ne?’’

Dedim ki: “Sen bunları geç. Biz ne zaman devlet olacağız onu söyle. Bizim fikrimiz ne zaman devlet olacak?

Dedi ki: “Ne devleti, ne devlet olması. Ne fikri. Bu da nereden çıktı şimdi?”

Şevket Sipahi kardeşe nereye gittiğimi, kimlerle karşılaştığımı bana yönelttikleri soruları anlattım.

O da bana; benim gittiğim yerin siyasî bir kuruluş olduğunu; o teşkilâtın bağlı olduğu siyasî bir parti olduğunu, dolayısıyla o insanların hükümet olduklarında kadrolaşmalarını, kendi siyasî görüşleri doğrultusundaki insanları devletin kadrolarına yerleştirmelerinin gayet tabiî olduğunu; ama bizim (Nurcuların) bir siyasî teşekkül olmadığımızı, bizim asıl görevimizin insanların imanlarını kurtararak onların ahireti kazanmalarına yardımcı olmak olduğunu anlatmaya başladı.

Peki Nurcuların bir siyasî düşünceleri yok muydu?

Said Nursî’nin içtimaî konularda eserleri ve fikirleri yok muydu?

Olmaz olur muydu?

Vardı elbette. Öyleyse ben niye onlardan habersizdim?

‘’Münâzarât, Hutbe-i Şamiye, Divan-ı Harb-i Örfi, Emirdağ Lâhikası..’’ Bunların hepsi, Said Nursî’nin siyasî ve içtimaî görüşlerini anlattığı eserleriydi.

Ha demek ki ben bunları da okumalıydım. Sosyal hayatta ayaklarımın yere basması için bu eserleri de okumalı ve yaşamalıydım.

Artık bana yeni bir iş vardı; Said Nursî’nin bu eserlerinin de altı çizilerek okumam gerekiyordu.

Gerekiyordu ki; Nurcuların, devleti ele geçirmek gibi bir düşüncesinin olmadığını; onların sadece ve sadece Allah rızasını tahsil etmek için çalıştıklarını ve Risale-i Nurları kâinatta hiçbir şeye, ama hiçbir şeye alet etmeyeceklerini bilmeliydim. Ne makama, ne mevkiye, ne hükümete, ne ticarete, ne siyasete…

Din hiçbir şeye alet edilemezdi ve edilmemeliydi.

Ve Said Nursî; Risale-i Nur Külliyatı’nın hiçbir yerinde ve hiçbir cümlesinde devleti hedef tahtasına koymamıştı. Devlete cephe açmamıştı. Devlette kadrolaşmak gibi bir gailenin içerisinde olmamıştı. Hükümetlerden şikâyetçi olmuştu, ama asla devlete serzenişte bulunmamıştı.

Ve onun devleti ele geçirmek gibi ne bir cümlesi ne de bir kastı asla ve asla hiç olmamıştı.

O hep ümmetin imanını kurtarmak derdine düşmüştü.

Böyle vesselâm…

Okunma Sayısı: 2416
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ahmet

    11.10.2016 14:17:36

    İnsanı yaşat ki devlet yaşasın. Eğer komşun iyiyse ondan iyilik görürsün.

  • Hayrettin HUYUT

    11.10.2016 09:20:01

    Fikirler devlet olmaz ama devletin müspet bir fikri olmalı.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı