"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Osmanlının ihtişamlı dönemleri

Atilla YILMAZ
30 Ekim 2015, Cuma
İ’lay-ı Kelimetullah idealinde, sürekli fetihten fetihe koşan Osmanlı akıncıları, Avrupa’nın içlerine kadar yayılmışlardı. Osmanlılar her geçen gün, ilimde ve teknikte, fen ve sanatta yükseliyordu.

Bu fennî ve bilimsel gelişme şüphesiz ki, Osmanlı toplumunun gündelik ve sosyal hayatına da yansıyor; İslâmî ahlâkla da buluşunca, dünya devletlerine medeniyette öncülük ediyorlardı.

1789 Fransa ihtilâli’nin getirdiği Cumhuriyet ve hürriyet fikri, diğer Avrupa ülkelerine de yayıldı. Sonrasında da bu rüzgâr, Osmanlı topraklarında dillendirilmeye başlandı.

1789 senesine kadar, Avrupa’da bütün bunlar yaşanırken, Avrupa skolastik bataklığı içerisinde kıvranırken, beşer coğrafyasının diğer tarafında; Kanunî Sultan Süleyman sonrasına kadar; fende, teknikte, ilimde, sanatta şahikayı yakalayan, müreffeh bir imparatorluk, yeryüzünün 23 milyon kilometre karesinde hüküm sürüyordu. Bu imparatorluk Osmanlı’dan başkası değildi. İ’lay-ı Kelimetullah idealinde, sürekli fetihten fetihe koşan Osmanlı akıncıları, Avrupa’nın içlerine kadar yayılmışlardı.

Osmanlılar her geçen gün, ilimde ve teknikte, fen ve sanatta yükseliyordu. Bu fenni ve bilimsel gelişme şüphesiz ki, Osmanlı toplumunun gündelik ve sosyal hayatına da yansıyor; İslâmî ahlâkla da buluşunca, dünya devletlerine medeniyette öncülük ediyorlardı.

Osmanlı sultanlarının, Avrupa saraylarına gönderdikleri hediyeler göz kamaştırıyor;  bu hediyeler Osmanlı’nın ilim ve teknikteki gelişmelerinin göstergesi olarak kabul ediliyordu.

Avusturya’da Müslümanlara zulüm yapıldığını işiten Yıldırım Bayezıd, Avusturya kralına nağme yazıyor ve ‘ehl-i imana bu zulmü yapmasınlar yoksa Avusturya’da  atıma ot yedirmesini bilirim’ diyordu. Ve Avusturya’da Müslümanlar rahata kavuşuyordu.

Cihan hükümdarı Yavuz Sultan Selim, koca dünya haritasını işaret ediyor ve  “bu dünya bir hükümdara çok, iki hükümdara azdır” diyordu.

Fransa kralı Fransuva, cihan padişahı Kanunî Sultan Süleyman’dan yardım istiyor. Kanunî de ona bir nağme göndererek yardım edeceğini söylüyordu. 

Mektupta geçen ifadelerde Kanunî baştan sona kendini methederek mektubuna başlıyor:  

“Ben ki…”diye başlayan satırlarda:

“Ben ki, Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Dulkadir Vilayeti’nin ve Kürdistan’ın ve Azerbaycan’ın Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dâhi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Bayezıd Hân’ın torunu, Sultan Selim Hân’ın oğlu, Sultan Süleyman Hân’ım.

Sen ki, Françe vilayetinin kralı Françesko (François, Fransuva)’sun’’ diyerek bir cümleyle bitiriyordu.

Asırlar boyu bu saltanat, bu dünya hakimiyeti devam etti. Ta ki, Kanunî Sultan Süleyman devri bitene kadar.

OSMANLI’DA ÇÖKÜŞ BAŞLIYOR

Kanunê bizde Osmanlı’nın başının döndüğü andır. Kanunî ile birlikte “ne oldum’’ serencamı yaşanmaya başlanmıştır. Şaşaa, debdebe dönemidir artık. Şiirler ve edebiyat vıcık vıcık aşk, beşerî sevgi kokacaktır. Sefahat ve eğlence Osmanlı’nın saray hayatına sirayet edecek, İslâmî bir yozlaşma başlayacak, fende teknikte gerilemeler başgösterecektir. 23 milyon kilometre kareye hükmeden imparatorluğun artık zaferden ve fetihten başı dönmeye başlamıştır. Artık kan kaybı vardır, toprak kaybı vardır. Bir duraklama, bir gerileme ve bir çöküş kendini iyiden iyiye hissettirmektedir.

Tam bu esnada Avrupa, özellikle de Endülüs Emevileri’nin tesiriyle hızla ilim ve fen noktasında mesafe kat etmeye başlamıştır. Öyle bir an gelmiştir ki, artık Avrupa o eski köleler olmaktan çıkmış, medeniyette zirve yapmaya başlamıştır. Büyük Fransa ihtilâlinden sonra da, çatlayan kabuğunu iyice kırmış, hürriyet ortamının verdiği rahatlıkla, muasır medeniyet dedikleri zirveyi zorlamaya başlamıştır. Öyle ya her kemalin bir zevali vardı. Osmanlı kemalden zevale yuvarlanırken, Avrupa kemale doğru yol almaktaydı.

Osmanlı kendine geldiğinde, Avrupa’nın her konuda, her alanda fersah fersah kendini geçtiğini fark etti.

Avrupa’da hürriyetler genişlemiş, kilisenin çemberini kırmış, bu sayede insan aklı, bilimi öne çıkarmış ve Avrupa insanı bilgi ile teknoloji ile donanmaya başlamıştı. Avrupa’daki bu hür düşünce, meşrûti sistemleri doğurmuş; tek adamcılık veya zümre hakimiyeti olan oligarşiden insanlık kurtulmaya başlamıştı.

Bu durum, saltanatla idare dilen Osmanlı’nın tahtını sallamaya başlamıştı. Osmanlı topraklarında da artık hürriyet ve meşrûtiyet, hatta cumhuriyet yazılıp çizilmeye konuşulmaya, aydın zümre tarafından dillendirilmeye başlamıştı.

OSMANLI’YI YIKAN ÜÇLÜ: HAYRET! HAYRANLIK! VE TAKLİT!

Kişilerin hayatında etkin olan üç kelime vardır ki, bu üç kelime devletlerin hayatları içinde aynen geçerlidir.

Hayret, hayranlık ve taklit…

Sistemin sahipleri, çocuklarımızın önüne rol modeller koyarlar. Televizyonlarda, sinemalarda, sahnelerde rol modeller. Bunlar müzisyen olur, şarkıcı olur film artisti olur, foto model olur. 

Gençler önce bu modellere hayret ederler, sonra hayran olurlar, sonra da taklit ederler. Onlar gibi konuşmaya, onlar gibi yürümeye, onlar gibi giyinmeye, onlar gibi davranmaya başlarlar.

Bunun adı taklittir. Ama, rol model yüce idealler, yüce dâvâlar olursa. Rol model, numune-i imtisal Nebiyy-i muhterem (asm) olursa, bunun adı Sünnet-i Seniyye olur.

Tıpkı bunun gibi, III. Selim’den, II. Mahmut’tan önceleri fark etti Osmanlı, eski tebaalarının kendilerini her açıdan geri bıraktığını.

Ve hayret ettiler; nasıl olurda Avrupa kendilerini geçerdi. Nasıl olurda ilimde fende Avrupa Osmanlıyı geri bırakırdı. Hayret!

Bu hayret zamanla hayranlığa, sonra da, II. Mahmut’la birlikte taklide yöneldi. Avrupa’yı yakalamak için Avrupa taklit edilecekti.

Aydınlar ikiye ayrıldı. Bir kısmı aynen, bir kısmı ilmen taklitten yanaydı.

Öğrenciler gönderildi Avrupa’ya. Gidin Avrupa’nın ilmini, fennini, tekniğini alın getirin.

Ama kaderin garip tecellisi, Selamünaleykümle fesle, sarıkla gönderdiğimiz öğrenciler, ekseriyetle bonjurla, bastonla, fotörle geri döndüler. Avrupa’nın sefih medeniyeti nefsin hoşuna gitmişti.

Avrupa’dan esinlenenler Milliyetçilik, Türkçülük vs. fikirleriyle kafalarını doldurdular. Ya ehl-i dünya ya da olumlu veya olumsuz fikirlerle döndüler. Yazdılar çizdiler. Karşılıklı karışık nesiller yetiştirdiler.

Okunma Sayısı: 5269
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı