"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Said Nursî Asr-ı Saadet modelini esas alır

Atilla YILMAZ
09 Mayıs 2015, Cumartesi
Bediüzzaman hareketini başlatırken referans olarak kendisine Asr-ı Saadeti rol model olarak kabul etti. Kur’ân kaynaklı Risale-i Nur hizmetini, iman ve Sünnet-i Seniyye üzerine bina etti. Toplumu ve devleti değil ferdi önceledi. Tepeden inmeci bir yaklaşım içerisinde olmadı. Siyaset yapıp, parti kurup, siyasî olarak hareket edip devleti öncelemedi.

Said Nursî ve talebelerinde kuvvet vardır, ama bu kuvvet;  kendilerine eziyet ve zulmedenleri ortadan kaldırmak için zora başvurmak, silâhlı mücadele etmek için değil, asayişi muhafaza etmek içindir.

“İşittim ki diyorlar: ‘Said elli bin nefer kuvvetindedir; onun için serbest bırakmıyoruz… Elli bin nefer değil, yanlışsınız elli milyon kuvvetindeyim. Haberiniz olsun!... Ben sizin dünyanıza karışmıyorum. Siz de benim ahiretime karışmayınız.”23 

Said Nursî’nin başlattığı Nurculuk hareketi hızla yayılıp çoğalırken, bundan en fazla, ülkeyi yöneten o günün idarecileri rahatsızlık duyuyordu. Fakat o,  ısrarla bu gücü ve kuvveti memleketin asayişini muhafaza noktasında etkili olacağını, Nurculardan korkmalarına gerek olmadığını ifade ediyordu.

“Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak harici tecavüze karşı istimal edilebilir… Vazifemiz, dahildeki asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.’’24 

Sebilürreşad’da yayınlanan Eşref Edip’in kendisiyle yaptığı mülâkatında şöyle diyecekti:

“İşte benim hayatım böyle zahmet ve meşakkatle, felâket ve musîbetle geçti. Cemiyetin imanı, saadet ve selâmeti yolunda nefsimi, dünyamı feda ettim; helâl olsun. Onlara bedduâ bile etmiyorum. Çünkü; bu sayede Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüz bin, yahut birkaç milyon kişinin- adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon savcısı beş yüz bin demişti.”25 

Beş yüz bin… Beş yüz bin kişi… Bundan iyi kuvvet mi olur?

1948’de beş yüz bin kişi Said Nursî’nin etrafında halkalanmış. Bu sayının belki de yarısının yarısı olan kalabalıklar Ortadoğu coğrafyasında kan ve göz yaşıyla savrulup gidiyordu. Siyasal İslâm’ın içerisinden çıkamadığı, tepeden inme hükmetme dâvâsından, dini hayata hâkim kılmanın yolunu tepeye hâkim olmakta gördüklerinden dolayı...

Ama Said Nursî, Türkiye coğrafyasında beş yüz bin kişinin asayişi muhafaza ile görevli olduğunu mahkeme salonlarında haykıracaktı ve şunları söyleyecekti:

“Biz ki beş yüz bin fedakâr Nur Talebeleri, memleketin her tarafında emniyet ve asayişin fahri ve manevî muhafızlarıyız.’’26 

Said Nursî bu kutsal cihad-ı manevîyeyi yaparken kendilerine yapılan zulüm ve işkencelere karşı mukabele-i bilmisilde bulunmadan yoluna devam ediyor ve şöyle ders veriyordu:

“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir, menfi hareket değildir. Rıza-ı İlâhiye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.’’27 

Said Nursî, Türkiye’de milyonlara ulaşan bu kadar talebeleriyle müsbet mânâda manevî cihad yaparken ve hiçbir kalkışımda bulunmazken; aynı tarihlerde Ortadoğu Arap coğrafyasında ortaya çıkan ve büyüyen İslâmî siyasal cereyanlar, devleti yöneterek İslâmı topluma hâkim kılma isteklerinden dolayı hareketlerine kan bulaştırıyor ve bulundukları coğrafyayı kaosa sürüklüyorlardı.

Bediüzzaman hareketini başlatırken referans olarak kendisine Asr-ı Saadeti rol model olarak kabul etti. Kur’ân kaynaklı Risale-i Nur hizmetini, iman ve Sünnet-i Seniyye üzerine bina etti. Toplumu ve devleti değil, ferdi önceledi. Tepeden inmeci bir yaklaşım içerisinde olmadı. Siyaset yapıp, parti kurup, siyasî olarak hareket edip devleti öncelemedi.

Taraftarlarını da menfî siyasetten şiddetle men etti. Hem kendisi, hem de ona tabi olanlar dini siyasetine bulaştıran yapılardan uzak durdular.

“Mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhalif bir âlim-i salihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârane medhetti. İşte, siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm. ‘Şeytandan ve siyasetten Allaha sığınırım’ dedim. O zamandan beri hayat-ı siyasîyeden çekildim.’’28 

Bediüzzaman Said Nursî, Türkiye’de siyaset yoluyla Dine hizmet olamayacağına karar verip, toplumu ıslâh için fert fert iman kurtarma hareketine başladığı dönemde;  Türkiye’nin sosyal ve siyasî yapısı, Ortadoğu’dan daha da kötüydü.

Bu öyle bir devirdi ki, rüzgâr İslâm coğrafyasında öylesine ters yönden esmişti ki, Mısır’ın Sudan’dan, Tunus’un Afganistan’dan,  Irak’ın Filistin’den, Suriye’nin Cezayir’den farkı yoktu.

Bu ülkelerin hemen hemen hepsinde de Din adına teşkilâtlanan yapılar siyasal yollarla ülkelerine hâkim olarak Dini egemen kılmak için mücadele veriyorlardı. 

Oysa; Kur’ân okumanın yasak olduğu yer Türkiye’ydi. Ezanın yasak olduğu yer Türkiye’ydi. Camilerin ahır yapıldığı yer Türkiye’ydi. Kur’ân sahifelerinin kese kâğıdı olarak satılığa çıkarıldığı yer Türkiye’ydi. Devrim kanunları uygulanırken; ‘ne oluyoruz?’ diyenin kafasının uçurulduğu yer Türkiye’ydi.

Ama bütün bu olumsuzlukların içerisinde, Türkiye’de, Said Nursî gibi, Asr-ı Saadet modelini hedefleyen ve mücadelesinde, stratejisinde siyasal hareketlerden uzak kalarak, fertlerin imanlarını kurtarmak gerektiği öngörüsüyle hareket eden birisi vardı.

Bu Türkiye Müslümanları için gerçekten, çok büyük bir şanstı.

Onun başlattığı bu hareket, Müslümanları şiddetten, anarşiden, kavgadan, kandan, kaostan uzak tutacaktı.

Bakın, şimdi ondan aktaracağımız şu fikirler, Siyasal İslâm’la, Said Nursî arasındaki farkı çok çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermektedir.

İşte Siyasal İslâm ve Said Nursî:

Ona sordular, dediler ki:

‘’Dünyanın siyasetine karşı niçin bu kadar lâkaytsın? Bu kadar safahat-ı âleme karşı tavrını hiç bozmuyorsun. Bu safahatı hoş mu görüyorsun? Veyahut korkuyor musun ki sükût ediyorsun?’’29 

Aslında bu soruda çok şeyler var. Bir şeyler yapmak lâzım. Din elden gidiyor. Sen niye aldırış etmiyorsun? Niye susuyorsun? Bu hal senin hoşuna mı gidiyor? derken bir tahrik söz konusu. Ve damara basan bir cümleyle soru bitiyor. 

Yoksa korkuyor musun?

İşte bu ve benzeri sorular İslâm coğrafyasının her tarafında soruldu ve çıkış yolu arandı. Genellikle de hissiyat ve heyecan ağırlıklı siyasal yol tercih edildi.

Bakalım, Bediüzzaman bu soruya nasıl cevap verdi ve çıkış yolunu nasıl gösterdi?

“Kur’ân-ı Hâkimin hizmeti, beni şiddetli bir surette siyaset âleminden men etti. Hatta düşünmesini de bana unutturdu. Yoksa, sergüzeşt-i hayatım şahittir ki, hak gördüğüm meslekte gitmeye karşı, korku elimi tutup men edememiş ve edemiyor. Hem neden korkum olacak? Dünya ile, ecelimden başka bir alâkam yok. Çoluk çocuğumu düşüneceğim yok. Malımı düşüneceğim yok. Hanedanımın şerefini düşüneceğim yok……Belki hizmet-i Kur’ân, beni hayat-ı içtimaiye-i siyasiye-i beşeriyeyi düşünmekten men ediyor. 

Şöyle ki: Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur’ân’ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufunetli bir çamur içinde, kafile-i beşer düşe kalka gidiyor. Bir kısmı selâmetli bir yolda gider. Bir kısm-ı ekseri, o ufunetli, pis, çamurlu bataklık içinde, karanlıkta gidiyor. Yüzde yirmisi, sarhoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü amber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor; düşerek, kalkarak gider, ta boğulur. Yüzde seksen ise, bataklığı anlar, ufunetli, pis olduğunu hisseder; fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu göremiyorlar. İşte bunlara karşı iki çare var:

Birisi, topuzla o sarhoş yirmisini ayıltmaktır.

İkincisi, bir nur göstermekle mütehayyirlere selâmet yolunu irae etmektir.

Ben bakıyorum ki, yirmiye karşı seksen adam, elinde topuz tutuyor. Halbuki, o biçare ve mütehayyir olan seksene karşı hakkıyla nur gösterilmiyor. Gösterilse de, bir elinde hem sopa, hem nur olduğu için, emniyetsiz oluyor. Mütehayyir adam, ‘Acaba nurla beni celb edip topuzla dövmek mi istiyor?’ diye telâş eder. Hem de bazen arızalarla topuz kırıldığı vakit, nur dahi uçar ve söner.

İşte, o bataklık ise, gafletkârane ve dalâlet-pişe olan sefihane hayat-ı içtimaiye-i beşeriyedir. O sarhoşlar, dalâletle telezzüz eden mütemerridlerdir. O mütehayyir olanlar, dalâletten nefret edenlerdir, fakat çıkamıyorlar; kurtulmak istiyorlar, yol bulamıyorlar, mütehayyir insanlardır. O topuzlar ise siyaset cereyanlarıdır. O nurlar ise hakaik-i Kur’âniyedir. Nura karşı kavga edilmez, ona karşı adavet edilmez. Sırf şeytan-ı racimden başka ondan nefret eden olmaz. İşte, ben de, nur-u Kur’ân’ı elde tutmak için, euzu billahi mineş şeytani ve siyaseti (siyasetten ve şeytandan Allah’a sığınırım) deyip, siyaset topuzunu atarak, iki elimle nura sarıldım.’’30 

Bu kadar açık ve net yürüttüğü dâvâsında Bediüzzaman muzaffer olmuştur. Bu ülkede bu fikir bu düşünce ve bu düşüncenin öncüsü Bediüzzaman sayesinde Müslümanlar Ortadoğu cehennemini yaşamamışlardır.

Bediüzzaman’ın ısrarla vurguladığı ve taviz vermediği şu fikir kesinlikle önemlidir: “Siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor…iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuz tutacak elimiz yok.”31 

Said Nursî, “Gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakiki vazife-i insaniyeti ve ahreti unutturacak olan, en geniş daire ise siyaset dairesidir.”32 diyecek ve talebelerini şiddetle siyasetten men edecekti.

Siyasete girmek isteyen şahsı adına girebilir, ama Nurculuk adına giremezdi. Din adına siyaset yapmak onun literatüründe yoktu. Zira din hiçbir şeye alet edilemeyecek kadar kudsî ve yüceydi.

Bediüzzaman’ın mücadelesinin başarısı sayesinde Türkiye’de Müslümanlar silâha başvurmadılar.

Siyaset yoluyla hükmetmek isteyen Müslümanlar da; Said Nursî’nin; ‘toplumun yüzde altmış yetmişi tam mütedeyyin olmadan İslâmî parti kurulamaz’ görüşüne rağmen,  yasal partiler kurarak yollarına devam etmişlerdir. 

Bu vatanda, silâha sarılmadan, Müslüman kanı akmadan, asayiş içerisinde yaşamanın adı Said Nursî olacaktır.

Dipnotlar:

23- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 74.
24- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâh. s. 455.
25- Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 544.
26- Age. s. 565.
27- Bediüzzaman Said Nursî, Hizmet Rehberi s. 268.
28- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat s. 258.
29- Age. s. 52.
30- Age. s. 52.
31- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.107.
32- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâh. s. 52.

Okunma Sayısı: 3143
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • İbrahim Ersoylu

    9.5.2015 08:08:20

    Hocam, sizi en kalbi duygularımla tebrik ediyorum. Bediüzzaman'ın bu zamandaki cihad anlayışını yansıtan çok mühteşem, muktaza-i hale mutabık, güncel bir çalışma yapmışsınız. Aziz Üstadımız Berzah Aleminden bu yazınızdan dolayı sizi alkışladığını ümit ediyorum. Selamlar..

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı