"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Tefekkür ufkumda Avustralya

AYŞENUR YAŞAR
23 Temmuz 2013, Salı
Cenâb-ı Hak insana bir yolculuğu nasip edecekse eğer, evvelâ gideceği yerdeki insanlara onları hatırlatır. Çünkü onların orada yiyecekleri ekmek, içecekleri su, soluyacakları hava, görecekleri yerler vardır. Bu durumda oralardaki rızıklar insanın ayağına gelmez, Mün’im-i Hakikî insanı oralara gönderir.
İşte o rızıklardan biri, 19 Haziran’da başlayıp 4 Temmuz’da bitecek bir davet yaptırıyor Avustralyada’ki kardeşlerimize. İslam Yaşar ve eşi Ayşenur Yaşar da bu davete icabet edince tefekkür faslı başlıyor.
İstanbul’da yazı yaşarken, Avustralya’da kış mevsiminin hüküm sürdüğünü öğreniyorum. O zaman hazırlıklar kış mevsimine göre yapılmalı tabii. Bunu hatırlayınca hislerimle aklım arasında çatışma başlıyor. Ne zormuş yaşamazken yaşanacak olanları hislerime kabul ettirmek. Fakat mevsimler hakkında verilen bu haber elbette doğru idi. Çünkü onlar orada yaşıyorlardı, diye diye hazırlıklarımı yaptım. Bu duygularımın ilerleyen zamanlarda bana neler hissettireceğinden haberim yoktu.
Ve yolculuk başladı. Tedirginim. Yirmi dört saatlik yolculuğun on sekiz saatini uçağın içinde geçirmek nasıl olacaktı acaba? “Allah’ım kolaylaştır” dualarıyla gökyüzünde bulutların üzerinde bir uçağın içerisinde, bilmediğimiz bir memlekete gidiş yolunda Ayetü’l-Kübra risalesi bize arkadaşlık ediyordu.
Uzun bir yolculuğun ardından nihayet Melbourne Havalimanı’na indik. Herşey yabancı mı diyecektim ki karşımda nurânî simalı, içleri dışları muhabbet ve sevgi dolu insanlar arasında buldum kendimi. Âdeta evimizde gibiydik. Yirmi dört saatlik bir yolculuğun yorgunluğunu atarken kuş sesleri kaldırdı sabah namazına.
Şaşırdım, İstanbul’daki kuş sesleriydi bunlar! Yabancı bir ülkede mevcudat yabancı değildi. Sabah zikrini ifâ eden kuşları dinlerken kaldığım evin bahçesine baktım. Otu da, ağacı da, çiçeği de, kuşu da, biberi de, maydanozu da yabancı değildi benim için.
Aynı gün cemaati tanımak ve ders yapmakla başladı program. Nur Vakfı’nın bünyesinde hanımlar çok güzel çalışmalar yapıyorlardı. Hanımların, beylerin, çocukların grup grup dersleri vardı. Haftanın en az beş gününü derslerde geçiriyorlardı.
Üstadımın hanımlar arasında Risale-i Nur’un kıymetinin tam anlaşılacağını, ‘Şefkat kahramanı olan hanımlar fıtraten Risale-i Nur ile alâkadardırlar’ ifadesini Avustralya’daki hanım kardeşlerimiz tam hissediyorlardı. Buradaki kardeşlerimiz rızıklarını kazanırken hizmetlerini de ihmal etmemişler. Birbirlerine uhuvvetkârâne sevgi ve muhabbetle yaşıyorlar.
Şöyle bir cemaate baktığımda bu kardeşleri daha önce gördüğümü zannettim. Bu mümkün olamayacağına göre Türkiye’de yakınları var, onlara benzetiyorum diye düşünürken tanışma sırasında böyle olmadığını anladım. Üstadımın “Siz nesebi kardeşden daha ileri kardeşsiniz” sözleri geldi aklıma. O zaman anladım ki hizmetin olduğu hiç bir yer bize yabancı değil.
Bir yandan Avustralya Nur Vakfı’nın bünyesinde derslerimizi, sohbetlerimizi ve seminerlerimizi yaparken, bir yandan da bulunduğumuz şehirdeki tabiî, tarihî güzellikleri ve beşerî fazilet tablolarını tefekkür etmeye çalışıyorduk.
Şehri tanıdıkça “Dünya bir kitab-ı Samedanîdir; huruf ve kelimâtı nefislerine değil, belki başkasının zat ve sıfat ve esmasına delâlet ediyorlar. Öyle ise mânâsını bil, al; nukuşunu bırak git” hakikatinin her şehrin kendine has botanik parklarında, birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmuasında tecellî ettiğini görmek, bilmek, tezahür eden esmanın tecelliyatını anlayıp sevebilmek bizim gezimize ayrı bir heyecan katıyordu.
Bu heyecanın yanında Avustralya’ya has bitkileri ve hayvanları görmek bizim tefekkür ufkumuza ap ayrı bir zenginlik katmıştı. Onlara baktıkça Risale-i Nur’un insana kazandırdığı imanî bakış açısının şükrünü yapmaya çalışıyorduk.
İstanbul’u hatırlatan Sidney şehrinde yaptığımız tefekkür turları, bilhassa körfezdeki vapur gezisi hatıralarımızı renklendirdi. Sidney şehrinde de hanımlar şevke medar hizmetler yapıyorlardı. Açılan iki katlı dershanenin bir katının onlara tahsis edilmesi de, yapılan hizmetlerin makbul olduğunu ve takdir edildiğini gösteriyordu.
Açılışını yaptığımız dershanedeki hanım kardeşlerimizi önceden beri tanıyor hissi ve oranın tabiî güzelliklerinde de esmâ-yı hüsnayı okumaya çalışınca anladım ki bana yabancılık hissini tattırmayan iki şey var.
Birincisi: İman ile mevcudata bakınca onları ünsiyetli bir arkadaş ve dost olarak gösteren bir mektubat-ı Samedâniye, sahaif-i nukûş-u Sübhaniye olmaları.
İkincisi: Nur Cemaatinin varlığının ve cemaat mensuplarının samimiyetinin bize yabancı bir ülkede olduğumuzu hissettirmemesi. Orada nereye gidersek gidelim, hizmet şevkiyle çalışan kardeşleri gördükçe ben de şevk alıyordum.
***
Seyahat esnasında gördüğüm Müslüman olmayan insanlar da düşündürdü beni. Yaratılış olarak acziyetimiz, fakriyetimiz, duygularımız ve ihtiyaçlarımız aynı; fakat Allah inancı olmayınca veya eksik kalınca hayata bakış açısı da farklı oluyor.
Onlar “İmân, insanı insan eder; belki, insanı sultan eder” formülünü elde edemedikleri için dünyalarını güzel yaşamaya çalışsalar da, imkânlar insanın acizliğini ortadan kaldıramayınca manevî bir azabı hissettikleri anlaşılıyordu. Ama küçük çocukları hariç. Çünkü her çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar. Onlara bakınca bozulmamış fıtratı görebiliyorsunuz. İnsanî değerleri fazla olan bu insanlara Cenâb-ı Hak hidayet nasip etsin. Âmin.
***
On beş gün çok çabuk geçti. Vakıftaki son dersimizde duygulu bir helâlleşmenin ardından dönüş yolcuğuna başladık.
Ticaret mevsimi olan üç aylarda böyle ulvî bir vazifeyi bitirmeyi Cenab-ı Hak nasip etti. On beş gün önce havalimanındaki karşılama faslı uğurlamaya dönmüştü. Hüzünlüydüm. Memleketime, evime, çocuklarıma, torunlarıma, hizmet arkadaşlarıma, hülasa herşeyime dönüyordum ama ben hüzünlüydüm. O an baktım ki, hüzünlü olan sadece ben değildim, arkadaşlar da mahzundu. O zaman anladım ki Risale-i Nur bizi birbirimize bağlamıştı.
On beş gün boyunca gece gündüz demeden her an yanımızda olan Ayten Hanım ve eşi Fatih Bey ile birlikte, vakıf kızlarımız Zeynep ve Ruhan, Nur Vakfı’na bağlı olan beldelerde beraber olduğumuz dostlarımız benimle aynı duygular içerisindeydiler.
Bu vatandan uzak diyarın samimi, içleri dışları nur olan, gönülleri muhabbet dolu dostları ile ayrılmak epey zor oldu. Hepsine teşekkür edip, dua ediyor ve hizmetlerinde muvaffakiyet dileyip Allah razı olsun diyorum...
 
 
Kendimle ufak bir hasbihâl
Ulvî bir vazifeyi eda etmenin huzuru içerisindeyken bu seyahatin bana kattığı üç önemli husus olduğunu düşündüm. Giderken duygularımda yaşadığım çatışmanın hissettirdiği hâllerdi bunlar.
Birincisi: Mevsimler doğrultusunda oradan gelen haberler üzerine yaptığım hazırlıktan, oraya gidince çok memnun kalmıştım. Ya tamamen itibar etmeyip yanıma uygun olmayan şeyler alsaydım.
Bu hatanın telafisi kolay olurdu. Çıkıp alışveriş yapma şansım vardı. Ama ahiret yolculuğunda bu olmayacaktı. Oradan da haberler vardı. ‘Dünya bir misafirhane. Sen orada kısa bir müddet duracaksın. Sonra Cenab-ı Hak seni geri çağıracak. Ve oraya giderken yiyeceğinin, ışığının, bineğinin ihtiyaçlarının ne olacağını haber veren peygamberler vardı, Kur’ân vardı.’ Ben bunlara itibar etmeseydim oraya gidince ‘Ya Rabbi! Ben düşünemedim. His ve heveslerime yenik düştüm. Bana izin ver gidip burada lâzım olanları hazırlayıp geleyim’ desem böyle bir imkân olmayacaktı. Rabbimden niyazım, bize dünyada iken bunun farkına varmayı nasip etsin. Âmin.
İkincisi: Risale-i Nur Talebelerinin şirket-i maneviyesindeki iştirak-i a’mâl düsturunun esasları sırrınca her birisinin kazandığı miktar her bir kardeşinin defter-i a’mâline geçmesi, o düsturun ve Rahmet-i İlahiyenin muktezası olmak haysiyetiyle Risale-i Nur dairesine sıdk ve ihlâs ile girenlerin kazançları pek azim ve küllîdir. Bu hakikati kıt’alar arasında hissetmek ayrı bir sürur, ayrı bir sevinçti.
Üçüncüsü: Orada tanıdığım bütün Nur kardeşlerime teşekkürümü, duâmı nasıl ulaştırabilirim diye hiç düşünmedim bile. Çünkü benim cemaatimin bir gazetesi vardı ve o aramızdaki irtibatı sağlıyordu elhamdülillah...
Bu yılın hizmet gezilerine Ankara’dan başlayıp İzmir, Tire, Ödemiş, Manisa, Turgutlu, Trabzon ve en son Avustralya’nın Sidney şehrinde ve Melbourne şehrinin en yüksek binasının seksen sekizinci katında sezon finali yaptıran Rabbime şükürler olsun.
Okunma Sayısı: 2963
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Sema Vacide Seyhan

    10.9.2013 00:00:00

    Sevgili Ayşenur ablacım bilmem hatırladın mı beni Selahattin hocamın liseden öğrencisiyim.1.5 seneye yakındır sizinle ve hocamla görüşmek nasip olmamıştı.Ama her zaman gönlüm sizinle olup , çalışmalarınızı elimden geldiğince net den takip ediyordum. inanın sizi acizane olarak takdir ederim.Cenab-ı- Allah ın ilminin güzelliğini uluslararası çapta anlatmanız çok hoşuma gitti biraz da kıskandım rabbim banada nasip etsin inşallah . Gideceğiniz her yolda asla engeliniz bulunmasın .Rahmetli babam öğretmişti.Sus. Allahümme Yâ Vedud de alnını secdeden kaldırma yalnız ondan yardım dile sabret her dileğin olur demişti.Nurlarda yatsın.En büyük dileğim böyle sizler gibi ilim sohbetlerinde bulunmak ve rabbimi anlatmak....Saygılar Tüm Yaşar Ailesine........
                                                                      Sema Vacide SEYHAN
                                                                       10,09,2013

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı