"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Oto Benga, Avrupa medeniyeti ve Bediüzzaman

Dr. Aytekin COŞKUN
29 Ekim 2018, Pazartesi 00:38
Avrupa’nın medeniyet arayışları öncesi durumunu ortaya koyan yaşanmış bir hikâyeyi satırlarımıza taşıyorum.

Burada anlatılmak istenen o günkü şartlarda hâkim olan medeniyetin durumunu gözler önüne sermek ve “Mehasini medeniyet’’ olarak adlandırılan ve bugünkü gerçeğe yakın medeniyeti tarif edebilmek.

Semavî dinlerin (İslâm) temel felsefelerinden etkilenerek, etik ya da ahlâkî kural manzumesi adı altında etkilenerek geliştirilen Avrupa medeniyetini Bediüzzaman diliyle, ‘’İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ortaya koymakla, adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden bu medeniyeti bütün insanlığın yakalamasını ve hayatına tatbik etmesini ister. 

Avrupa’nın mimsiz medeniyetinin insanlarını tasvir ederken, ruhunda, vicdanında, aklında, kalbinde dehşetli musîbetlerle musîbetzede olmuş, azaba düşmüş bir adam olarak nitelerken, ne kadar ziynet ve servet içinde olsalar bile saadetlerinin mümkün olamayacağını söyler, felsefe-i tabiiyenin zulmetini anlatır. 

Bediüzzaman, mimsiz medeniyeti yaşayan Avrupa’yı tasvir ederken, “mehâsin-i medeniyet ve fünun-u nâfiadan vazgeçen, ama malayani ve muzır felsefeyi, muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avrupa diye de seslenir.

Gelin bu düşüncelerle hikâyemizi okuyalım: Oto Benga’yı sizlere anlatmak istiyorum. 1. 49 cm boyunda, 46 kilo, 23 yaşında, evli ve bir çocuk babası, Afrika/ Kongo’lu bir Pigme(kısa boylu). Kendi dilinde isminin manası da “Dost”. Bir gün dost sandığı, ama dost olmayan hemcinsi bir Amerikalı din adamı olan Samuel P. Verner tarafından Kassai Nehri’nde balık avlarken, bir hayvan gibi avlanır ve öyle muamele edilir. Oysa kendisi olanlardan bir anlam çıkartamazken, boynundan ve ayaklarından zincire vurulduğunda anlar ki, vahşi hem cinsi tarafından esir edilmiştir.

Yük taşısın diye sadece ellerini hür bırakırlar, kırbaçlar altında saatlerce yol yürütürler, onlarca soydaşıyla birlikte bir geminin makine bölümüne konularak adeta kürek mahkûmu gibi zifiri karanlıkta, aylarca süren bir yolculuk yaptırırlar.

Tarih 09 Ekim 1906’dır. Gemi New York limanına yanaşır. Oto Benga, Amerika Kıt’asına ayak basmıştır. Aylarca karanlıkta kalan bu esir insanlar ilk defa gün ışığıyla tanışırlar. Fakat Oto Benga, diğer hem cinslerinden farklı olduğu için onu ayrı bir kafese koyarlar. Oto Benga, adı “insan’’ olan bu mahlûkların ne kadar gaddar ve zalim olduğunu yeni kıt’ada öğrenir. Oysa vatanındaki aslanlar, timsahlar ve yırtıcı hayvanlar bile bu derece vahşi olmamışlardır.

Bediüzzaman’a kulak verelim: ‘’Hâlbuki vicdan bu derece teellüme tahammül edemediğinden, o yolda giden iki şeyden birisine mecbur olur: Ya insaniyetten tecerrüt edip ve nihayetsiz vahşeti iltizam ederek öyle bir kalbi taşıyacak ki, kendi selâmetiyle beraber, umumun helâketi onu müteessir etmesin veyahut kalp ve aklın muktezasını iptal etsin’’ derken, “Ey sefahet ve dalâletle bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış Avrupa!” diye de adeta haykırır. Aslında Oto Benga’yı yakalayan sözüm ona din adamını tarif etmiştir.

Oto Benga, New York Bronx Hayvanat Bahçesi’ne yeni yakalanmış bir hayvan gibi teşhir edilmek üzere satılır. Teşhir edildiği ilk günü gazeteler; görülmemiş bir kalabalığın toplandığını yazar.

Bu haber New York Times Gazetesi’nde çıkar. İfadeler de mimsiz medeniyetin yazılı ifadeleridir aslında. Vahşi adam Bronx da maymunlarla aynı kafesi paylaşıyor. ‘İnsanın ilk ataları ile bir arada’ diye haberler birbiri ardına devam eder. Bediüzzaman’ın şu tarifi Oto Benga’ya reva görülen zulmü tarif etmiş gibidir:

“Alâ-yı illiyyînden esfel-i sâfilîne düşmüş, hayvânâtın en bedbaht derecesine inmiş, muvakkaten iptal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat ve fantaziyeleri ile başbaşa kalmış...”

Oto Benga’yı önce hortumla yıkarlar, sonra hayvanat bahçesinde içinde ağaçlar olan geniş bir kafesin içine koyarlar. Kucağına yavru bir orangutanı verirler. Gazeteciler fotoğraflarını çekerken, binlerce insan merakla kendisini izler. Yapılanlara anlam veremez. Yüzünde garip bir hüzün ve kin ifadesi vardır. Yavru orangutan korkudan sımsıkı ona sarılmıştır. Bir hafta içinde ziyaret edenlerin sayısı 250 bini geçer, bazıları ise kafese kemik atmayı bile dener. Bunu gören Oto Benga sinirlenip, sivri dişlerini gösterince, “Cannibal, cannibal” (Yamyam-yamyam) diye tempo tutarlar. Bu yapılan zulümlere karşı birçoğu Hıristiyan olan New York halkından kimse ses çıkarmaz. Ne politikacılar, ne bilim adamları, ne gazeteciler, ne aydınlar. 

Bunu gören ve için için bu olayı insanlık tarihinin yüz karası olarak hisseden ve Bediüzzaman’ın tabiri ile “sefih medeniyeti kabul etmeyen” bir kişi çıkar. Bu kişi, Rahip James H. Gordon’dur. 

Enteresan olan ise yakalayan gibi bu da bir din adamıdır. Bu zulme isyan eder ve gazete gazete dolaşır. İmzalar toplar, uyuyan insanlığı uyandırmak için çalmadık kapı bırakmaz. Kilisede sürekli aynı şeyleri söyler, “İnsan ırkından olan birinin maymunlarla sergilenmesi en büyük günahtır’’ der. 

Sonunda Bronx Hayvanat Bahçesi, Oto Benga’yı serbest bırakır, fakat yine de tam hürriyetini vermezler, ayak işlerinde çalıştırırlar.

Tarih 20 Mart 1916’dır. Eşinden, çocuğundan, toprağından, soydaşlarından binlerce kilometre uzakta olan Oto Benga, bulduğu bir silâhla kendisini tam kalbinden vurarak intihar eder. 

Öldüğünde henüz 32 yaşındadır. Bronx Hayvanat Bahçesi zamanla Oto Benga ile ilgili bütün kayıtlarını siler. Ancak gazete haberleri ve fotoğraflar gerçeği gizleyemez. Hayvanat Bahçesi yetkilileri, tepkiler artınca “Dünyanın her yerinde yapılıyor, biz niye yapmayalım ki?” derler. 

Söyledikleri doğrudur, o yıllarda uygar denilen Avrupa’nın birçok yerinde aynı vahşet sergilenir, özellikle Londra, Paris, Berlin, Brüksel, Barselona, Milan, Hamburg gibi metropollerde kafes içinde insanlar, diğer insanların eğlencesidir. Bu vahşet öylesine bir gelir kapısı olmuştur ki, “Hayvanat Bahçeleri”nin yerini, “İnsan Bahçeleri” almıştır. 1960’lara kadar binlerce insan kafeslerde hayvanlar gibi sergilenir.

Bediüzzaman bu ikinci sefih medeniyeti ifade ettikten sonra, şöyle öğüt verir: “Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akılla onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittibâ edip emniyet ediyorsunuz? Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, ittibâ değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz.”

Selâm ve duâ ile.

Okunma Sayısı: 2233
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı