"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Vahiyci bakış, Paul Virilo ve Bediüzzaman

Dr. Aytekin COŞKUN
10 Ekim 2018, Çarşamba
Eski mi yeni mi diye size sorsam hemen ilk cevabınız tabi ki ‘yeni’ dersiniz. Fıtratımızda var olan yeniye meyil, ayrıca olması gereken de bu zaten. Ama ya eskiler, hatıralar, yaşanmışlıklar, hadi bir gidelim bakalım.

1975’li yıllar, telefonla görüşebilmek için en yakın PTT’ye gitmek zorundasınız, çünkü henüz daha ev telefonları yok. Var olanlar da çok az. Rahmetli annem, uzaklara evlenip giden ablamın sesini duyabilmek için saatler öncesinden PTT’ye gider, orada konuşmak istediğimiz numarayı postane memuruna verirdik, o da bize ‘’Siz oturun sıra size gelince haber vereceğim’’ derdi ve biz de beklemeye başlardık. Bazen saatlerce beklediğimizi bilirim. Sıkıntıdan patlardım, ama annem mutlaka sonuna kadar bekler, o uzak ellerdeki kızının sesini duymak için memurun gözünün içine bakardı.

‘’Emine Hanım üç no’lu telefonun bulunduğu odaya girin’’ denildiğinde, hemen kalkar girerdik ve ablamla canlı canlı konuşurduk, belki üç ya da beş dakika. Ama o dakikalar bize o kadar uzun gelirdi ki öyle her istediğinde görüşmek kolay değildi, çok zor şartlarda görüşebiliyorduk. Saatlerce bekleyerek konuşabilmenin verdiği lezzete baktığımda ise o kadar beklemek ve saatlerini dar bir koridorda geçirmek, üç dakika bile olsa ablamın sesini duymak bize çok şey katıyordu.

Telefonla görüştükten sonra annem ablamın sesini duyunca bütün annelik hisleri kabarırdı, gözleri dolar sık sık da ağlardı. Çok küçük yaşta kısmeti çıkmış ablamın onlar da hayır diyememişler. Kader, evlendirmişler tabi, bu da onlardaki hasreti bir kat daha arttırmış.

Bu anlattıklarım çok gerilerde kaldı, eskiden her evde telefon olmazdı, olanlardan da iki de bir de ya ‘’Bi kızımı arasam demek’’ te ayıp karşılanırdı, biz de düşerdik postanenin yollarına.

Ama çok güzel hatıralarla dönerdik. Bir kere postanenin hemen karşısında ‘’Şambali’’ tatlısı satılırdı. Lüküs fenerinin aydınlattığı el arabasında, camekânın içinde Şambaliler öylece bana bakardı, mutlaka anneme ağlar, sızlar aldırırdım, o da beni kırmazdı. Üzerine de ‘’Tarçını bol olsun usta’’ der, bir de kıyısından kesmesini isterdim, çocuk aklımla. Hemen yanında kokoreççi, inanın öyle güzel kokardı ki, bir de dumanı var ya, hâlâ gözümün önünde. Aklımda kalmış, her taraf duman olurdu, tabi işin içine uyanıklık katarlardı. Azıcık kuyruk yağı közün üstüne atarlar, sen metrelerce uzaktan o kokuyu takip eder gelirsin.

Eskiden geceleri toplanma yerleri, kendi memleketim için söylüyorum, postanenin önü olurdu. Birçok kişi kokoreç ve şambali için oraya gelirlerdi. Adeta gecenin merkezi olurdu o yıllarda. O günün gecesinde bunlar vardı, şimdi olsa da acaba o kadar kıymetli ve değerli olur muydu bilmiyorum. Bir de hava erken kararırdı, çünkü genelde kış aylarında konuşmak için giderdik. Ben de tabi küçüğüm, postaneden eve gitmek çok zoruma giderdi. Huysuzluk yapardım ve anacığım beni sırtına alır eve kadar taşırdı. Anamın sırtı öyle güzel bir yatak olurdu ki bana uyuya uyuya geldiğimi çok bilirim. Rahmetli annemin hakkını ödemem mümkün değil. Bunları neden yazdım, belki o günkü şartlarda çok daha yazılacaklar vardır, ama ben bir tanesini buraya taşımak istedim.

Zaman hızla akıyor, geldiğimiz noktada ise eski yaşantımızdan uzak bir durumdayız. Teknolojik aparatlarla zamanın daha da hızlı akması için sanki çaba sarfediyoruz. Bunun yanında hikâyelerimiz, anlatacak şeylerimiz de o oranda azalıyor ya da kayboluyor. Zamanı tüketme noktasında adeta yarış içindeyiz, işlerimize hız hakim. Özellikle büyük şehirlerde çok hızlı bir hayat döngüsü sizi içine çekiyor.

Zamanın çok hızlı akıp gitmesi ile ilgili olarak, Mimarlık, görsel san’atlar, tarih ve felsefe alanında çalışmalar yapan Fransız düşünür Paul Virilio şöyle diyor: ‘’Hız dünyayı hiçe indirgiyor’’. Dromoloji olarak ta bilinen hayata yavaşlık katan bir felsefesin kurucusu aynı zamanda.

İnsanlığın üzerinde hükümranlık kuran ve yaşama hızımızı arttıran teknolojilerden bahsederken, eskinin posta güvercinini, kara trenini yeni neslin hatırlamadığını söyler. Kısacası mekânlar daralırken, zaman kısalırken onların egemenliği altına giren bir hayat örgüsünü anlatır. Duyguların, görüşlerin standart hale, heyecanların eş zamanlı hale sokulmasından bahseder.

Ayrıca modern çağda durmadan hareket etmeye zorlandığımızı, durmadan hızımızın arttırılması yönünde etkiler aldığımızı ve bu hızlı hayat içinde kendine vakit ayıramayan insan tipinin üretilmiş durumda olduğundan bahseder. Bu gelişimi değiştirecek olanın ‘’devrimci değil vahiyci cinsten bir görüşün olması gerek’’ diye de sözünü bitirir.

Bunları neden bahsettiğimi anlatayım: Küçüklüğümüzü yaşadığımız dönemlerdeki hiçbir şeyi yeniden yakalamak ve bulmak mümkün değil. Eski dönemlerde teknoloji hayatımızın içinde bu kadar yoktu ve hayatımız daha yavaştı. Günümüze geldiğimizde ise teknoloji ve bunun getirisi olan çok hızlı hayatlar söz konusu. Bütün bu iki farklı hayat tarzlarında değişmeyen tek şey ise İman-ı Billâh gerçeği. Bediüzzaman’ın tabiri ile “ilimle tekemmül etmeye gelen insanın’’ her saniyesinde hayatın anlamını ve gayesini yaşaması gerekli, Rabbini tanıması ile hayat genişleyecek ve mana kazanacak iken bunlardan uzaklaştıran her şeyden kendimizi korumamız gerekiyor.

Söz Bediüzzamanın; şöyle diyor: “Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır. Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.”

Üstadın sözleri çok açık: Fani olan bu dünyada, ömür kısa ise yapmamız gereken vazifelerin olması ve bunları teenni ile yapılması gerekli. Selâm ve duâ ile...

Okunma Sayısı: 1552
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Emre

    12.10.2018 19:49:54

    Emeğine,yüreğine,kalemine sağlık dayicim.teknolojinin yayılması ile birlikte kime sorsan herkes çok yoğun ve herkes şikayetçi gorusememekten. Rabbim yönümüzü,evlatlarımızı iman ,sünnet yolunda eylesin inşallah,selamlar.sevgiler vee kocaman tebrikler

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı