"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Muavenet ve tesanüd

Aziz Muhammed AKKAYA
30 Kasım 2015, Pazartesi
Muavenet ve tesanüd... İlk bakışta anlamları aynı gibi görünen bu iki kelime, aslında bize birbirinden farklı şeyler söylemektedir.

Belki de bu yüzden Üstad Bediüzzaman Hazretleri birçok yerde bu iki kelimeyi aynı paragrafta beraber kullanmıştır. Bu iki kelimeyi üç ana kriterle incelersek bu kelimelerin mahiyetini ve aralarındaki bağları öğrenebiliriz sanırım. 

Bu üç kriter ise şunlardır: Kelime kökleri yönüyle, anlam karakteri yönüyle ve ihtiva ettikleri hasletler yönüyle.

Muavenet, kelime kökü olarak “avn”e dayanmaktadır. Avn ise “yardım, meded, yardım eden, mededkâr” anlamlarına gelmektedir. Tesanüd ise kelime kökü olarak “isnad”a dayanmaktadır. İsnad ise “bir şeye, bir nesneye dayanmak” anlamına gelmektedir.

Bu etimolojik verilere dayanarak bu kelimelerin anlam karakteri yönüyle şu çıkarımda bulunabiliriz: Muavenette bir “aktiflik” söz konusudur, tesanüdde ise “duruş, sabitlik“ göze çarpmaktadır. Yani, muavin olan kişi karşısındakine aktif olarak yardım etmektedir, ancak mütesanid kişi yerinde sabittir ve yeri bellidir. Yani karşısındakine durarak yardım etmektedir. 

Bununla alâkalı Risale-i Nur’da bu iki kelimenin örnekleri şöyle geçmektedir:

“Ve keza meselâ bulut ile arz gibi camid ve mütehalif şeylerde tecavüb ve muavenet, yani birbirinin hacetine cevab vermek ve seyyarat gibi şemsten pek uzak olan yıldızların şemse veya birbirine tesanüd etmeleri, bütün eşyanın bir Müdebbirin idaresinde bulunduğuna şehadet ederek ‘Allahu lâilahe illâ hû’ ile ilân eder.” (Mesnevî-i Nuriye, s. 55)

Burada da Üstad Hazretleri, muavenete dair dünya ve bulut gibi hareketli şeyleri misal verirken, tesanüde dair güneş ve yıldızlar gibi daha hareketsiz varlıkları misal vermiştir.

Muavenet kelimesinin yer aldığı Risale-i Nur’un bir başka paragrafında Üstad şöyle demektedir:

“... Zemindeki zihayatlara levazımat-ı hayatiyeyi emr-i Rabbanî ile pişiren Güneş’ten ve takvimcilik eden Kamer’den tut, tâ ziya, hava, mâ, gıdanın zihayatların imdadına koşmalarına ve nebatatın dahi hayvanatın imdadına koşmalarına ve hayvanat dahi insanların imdadına koşmalarına, hatta a’za-yı bedenin birbirinin muavenetine koşmalarına ve hatta gıda zerratının hüceyrat-ı bedeniyenin imdadına koşmalarına kadar cârî olan bir düstur-u teavün ile, camid ve şuursuz olan o mevcudat-ı müteavine, bir kanun-u kerem, bir namus-u şefkat, bir düstur-u rahmet altında gayet hakîmane, kerimane birbirine yardım etmek, birbirinin sadâ-yı hacetine cevab vermek, birbirini takviye etmek...” (Lem’alar, s. 318)

Bu paragrafta da dikkat çekmektedir ki, yine muavenete, bir koşma ve aktif olarak yardım etme manaları yüklenmiştir.

Yukarıdaki bilgilere de dayanarak bu iki kelimenin ihtiva ettikleri hizmete taalluk eden hasletler de farklıdır. Tesanüdde bir duruş ve sağlamlık var demiştik. Bu aklımıza hemen “metanet” kavramını getirmektedir. Metanet “kavîlik, sağlamlık, düsturlara bağlılık” gibi anlamlara gelmektedir. O zaman mütesanid insan, metin olmalıdır. Ayrıca tesanüdde—dolaylı olarak metanette—“karşılıklı yardımlaşma” anlamı vardır. Bu manayı Üstadın da kullandığı bir misalle akla yakınlaştırabiliriz. Bir kubbenin sağlam olması için bu kubbenin bütün taşlarının sağlam olması ve yerinde sabit durması gerekmektedir. Her biri diğerine nokta-i istinad olmalıdır.

Yani istinad olma karşılıklı olmalıdır. Aksi takdirde kubbenin herhangi bir taşında bir zayıflık ve hareket olsa bütün kubbe yıkılabilir. Aynı şekilde hizmette de her bir şakird metin ve mütesanid olmalıdır. Yani diğerlerine bir nokta-i istinad ve yol gösterici olmalıdır. Aksi takdirde bu hizmeti sekteye uğratabilir.

Muavenet ise daha çok “fedakârlık ve diğergamlık” hasletlerini çağrıştırmaktadır. Çünkü fedakârlık ve diğergamlıkta bir şey verme ve karşısındakine muavin olma anlamları vardır. Buna “îsar” hasletini de katabiliriz. Muavenete misal olarak ise hücreler ve onların birbirinin yardımlarına koşmaları, bazı durumlarda bazı şeylerini feda etmeleri gösterilebilir.

Yazdıklarımı toparlayacak olursam, her ne kadar bu iki kelime farklı anlamlar ve özellikler içerse de aslında biri diğerisiz olamaz. 

Üstad Hazretleri, ‘İhlâs Risalesi’nde bu iki kavram için şunları söylemektedir:

“İkinci Düsturunuz: Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkid etmemek ve onların üstünde faziletfüruşluk nev’inden gıbta damarını tahrik etmemektir. Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkid etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez... Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder; yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır. Hem nasılki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkid edip sa’ye şevkini kırıp atalete uğratmaz. Belki bütün istidadlarıyla, birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler, hakikî bir tesanüd bir ittifak ile gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre mikdar bir taarruz, bir tahakküm karışsa, o fabrikayı karıştıracak, neticesiz akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak.” (Lem’alar, s. 160-161)

Burada da görüldüğü gibi muavenet ve tesanüd beraber olmalıdır ki o vücud-u insanın hayatı sönmesin, fabrikatör fabrikayı söküp dağıtmasın.

Ayrıca Üstad Hazretleri, Risale-i Nur hizmetini bir şahs-ı maneviye benzetmektedir. 

Şahsın özelliği ise şudur: O şahıstaki her bir hücre diğerine nokta-i istinad olup onun ayakta kalmasına yardımcı olmaktadır. Bu ise tesanüdü gerektirir. Ayrıca bu hücreler arasında sürekli bir madde alış verişi vardır. Bu ise muaveneti gerektirir. Her ikisi beraber olmazsa insan vücudunun hayatını devam ettirmesi imkânsızlaşır. Aynen bunun gibi Risale-i Nur hizmetinin şahs-ı manevisinin devamı için de hem tesanüd hem muavenet hakikatleri vazgeçilmez düsturlardır.

Sonuç olarak, Risale-i Nur’un kudsî hizmetinin devamı ve sağlığı için muavenet ile tesanüdü ve bunların bir sonucu olan müfritane irtibatı asla terk etmemeliyiz. Üstadımızın niye bir çok mektubunda hakikî talebelerine hitaben aziz, sıddık, sarsılmaz, sebatkâr, fedakâr, vefadar gibi sıfatları beraber kullandığını derk etmeye çalışmalıyız.

Okunma Sayısı: 2387
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı