Türkiye ekonomisi güya günden güne düzeliyor; kişi başına düşen millî gelir giderek yükseliyor; ama buna rağmen yoksulluk artıyor ve çoğu zaman insanların ağzından şu cümleleri duyuyoruz: “Bu ay da, ay sonunu getiremeyeceğiz; maaşım iyi ama yetmiyor; bankadan kredi çektik, ama o da yetmedi.”
İlk bakışta bu durumda bir tezat var gibi görünüyor ve akıllara şu soru geliyor: “Dünyanın en büyük ekonomilerinden birisi olma yolunda hızla ilerlerken neden fakirleşiyoruz ve ekonomik durumumuzdan neden şikâyet ediyoruz?”
Bu soru bize paradoks gibi görünebilir, ama cevabı basittir. Bu duruma neden olanlar ise bellidir: Medeniyet-i hâzıra, onun getirmiş olduğu görenek (daha bilinen bir tâbirle moda) ve bu görenek belâsına kapılarak onu âdeta hastalık hâline getiren bizler... Evet, bizler bu durumun gerçek suçlularıyız. Peki, bu duruma gelmemizdeki rolümüz nedir?
Cevabı basit: Kendimizi modaya kaptırıyoruz; heveslerimiz ve israfın da yardımıyla zarûret olmayan şeyleri zaruret hâline getiriyoruz. Said Nursî bu durumu şu sözlerle tabir ediyor: “Bedevilikte beşer üç-dört şeye muhtaç oluyordu. O üç-dört hâcâtını tedarik etmeyen on adette ancak ikisiydi. Şimdiki garb medeniyet-i zâlime-i hazırası sû-i istimalât ve isrâfât ve hevesâtı tehyîc ve havâic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hâcâtlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hâcâtı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcâtı tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir. On sekizi muhtaç hükmünde kalır.”1
Evet, ihtiyaçlar masrafları arttırır, bu ise net gelirin azalmasına ve varlık içinde yokluk çekmeye sebebiyet verir. Meselâ eskiden bir insanın zengin sayılabilmesi için yemek, barınmak ve korunmak gibi temel zarurî ihtiyaçlarını karşılaması yeterliydi. Eğer başını sokacak bir evi, sofraya koyacak yemeği ve sırtına bir aba alacak kadar parası varsa o insan zengin sayılırdı. Günümüzde ise bir insanın zengin sayılabilmesi için; apartman dairesi, arabası, bilgisayarı, akıllı telefonu, mobilyası, buzdolabı, bulaşık makinası… ve bunun gibi birçok şeye ek olarak bunları karşılayabilecek ve bunların devamını sağlayabilecek kadar geliri olması gerekiyor. Özet olarak günümüz medeniyetinin getirmiş olduğu “yapay zarurî” ihtiyaçlar, israf ve kanaatsizlik yukarıda da belirtildiği gibi milletin yüzde 90’ının fakirleşmesine sebebiyet veriyor.
Peki, bu durumun çözümü yok mu? Eğer yukarıdaki paragrafı sorunları tanıma amacından sonra bir de çözümü bulma amacı ile okursak cevabı görüyoruz. Evet, bu durumun çözümü ise iktisat ve kanaat. Çünkü kanaat izzeti netice verir; insanın izzeti, zillete ve dilenciliğe müsaade etmediğinden insan kendisini çalışmak zorunda hisseder ve aynı zamanda insan, iktisat ve kanaat neticesinde var olana rıza göstermeyi, şükretmeyi ve tasarruf etmeyi öğrenir. Yani insan kanaat ederek “yapay zarurî” ihtiyaçlardan ve tembellikten kurtulur; hırs göstermeden var olan geliri ile zengin olur. Diğer bir deyişle “Kanaat eden, iktisat eder; iktisat eden, bereket bulur.”2
Dipnotlar:
1- Emirdağ Lâhikası, s. 99
2- Mektubat, 23. Mektup, s.282