İnsanlığın yaşamak damarı günümüzde çok önem arz etmektedir.
Günümüzde, israfat ve iktisatsızlık ve kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereket kalkmıştır. Fakirlik, geçim darlığı ziyadeleşmiştir O derece, maişet darlığı sebebiyle o damar yaralanmış, hayat şartlarının ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiştir. Sürekli olarak, ehl-i dalâlet dikkatimizi şu dünya hayatına celb ede ede o derece dikkatimizi nazarımıza vererek, kendine celbetmiş ki, edna bir hacat-ı hayatiyeyi büyük bir dini meseleye tercih ettirmiştir. Bu dehşetli çağın, bu acaib hastalığına ve dehşetli marazına karşı, Kur’ân’ın tiryak-misal ilâçlarının naşiri olan Risale-i Nur eserleri dayanır. Bu zamanın aldatıcı ve müthiş hastalığı, dinî değerleri dünyaya feda etmek yanılgısına karşı, metin, sarsılmaz, halis, dosdoğru, fedakâr Nur şakirtleri ve akıllı Müslümanlar ancak dayanabilirler. Öyle olunca da evvelâ İman ve İslâm dairesine girmeliyiz. Tam sadâkatla, metanetle, tam itimat ile Kur’ân’ın hakikatlerine sımsıkı yapışmalı, o acaib hastalık olan dünyaperestlikten ve maddiyyunluk tehlikesinden ve derdi maişet belâsından ve etkisinden kurtulmalıyız. Bu ağır sartlar altında, İslâma hizmet etmek zorlaşmış, ancak her Müslümanın işi, yalnız kendini düşünmek değildir. Başkaların da imanını kurtarmak gayesiyle İslâma hizmet etmelidir. Çünkü, bu bağlamda Peygamber Efendimiz (asm), “insanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır.” diye emrediyor. İkinci olarak yine Efendimiz (asm), “Bir adamın seninle beraber imana gelmesi, sahralar dolusu kırmızı koyunlara muadil sevabı var.” diye biz insanlara ikaz vazifesini en güçlü bir tarzda yapmaktadır.
Bu bağlamda, Büyük Mütefekkir Bediüzzaman bizlere şöyle haykırıyor: “Her şakirdin vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil, belki başkalarının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir. O da. Hizmete ciddî devam ile olur.” der. Günümüz Türkiye’sinde, bizler insanların imanını kuvvetlendirmek gayesiyle, bu ağır hayat şartlarının zorluklarından hem kendimizi hem de diğer vatandaşlarımızı kurtarmak için çalışmalıyız.