"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bakmak, görmek ve yazmak

Cahit ÖZPINAR
31 Temmuz 2016, Pazar
Herkes bakar, ama her bakan göremez. Yüce ALLAH’ın yarattığı güzel kâinatı görsün, seyretsin sevsin ve düşünsün diye, bütün insanlara göz vermiştir, ama insanların çoğu gaflet içindedir.

Önemsiz şeyleri iş edindiklerinden, işleri başlarından aşkın olanlar. Dünyayı seyredecek, etrafında olup bitenler görecek vakitleri yoktur. İnsan işine gücüne giderkende etrafına bakarsa; gün ışığı vurmuş bir ağaç dallar üzerinde sıçrayan bir kuşu, okula giden bir çocuk penceresinden sokağı seyreden yaşlı bir kadını veya çocuğunun elinden tutmuş yürüyen bir babayı görebilir. Görse ne çıkar diyeceksiniz. Görmek, insana ne kazandırır? İnsana ne zevk verir? İşte bütün mesele burada. Biz pek çok şeyi görürüz de, onlara karşı ilgi duyamayız. İlgi duyduğumuz şeylere ise, kedinin avlayacağı kuşa baktığı gibi heyecan ve ihtirasla bakarız.

Aslında görmek diye buna derler. İlgi, bize ilgi duyulan canlı veya cansız varlığı, keskin bir ışık içinde gösterir. Attan anlayan biri atı, köpekten anlayan biri köpeği seyrederken, onlara karşı ilgi duymayanlardan çok fazlasını görür.

İlgi kadar meslek de dikkati keskinleştirir. Ben mesleğin görmeyi ne kadar zenginleştirdiğini, Paris’te bir resim sergisini gezerken öğrendim. Bu, Hollanda ressamlarına ait bir sergi idi. Hoşuma gidiyordu, bundan dolayı sergiyi zevkle dolaştım. Tam kapıdan çıkarken, başlarında bir hanım öğretmen ile on beş – yirmi kadar öğrenci içeri girdi. Bakalım öğretmen hanım ne diyecek diye, sergiye onlarla beraber tekrar dolaşmaya başladım. Öğretmenin dediklerine kulak kesildim. Parmakları tablonun üzerinde ışık gibi dolaşıyordu. O zaman farkına vardım ki, ben tablolardaki özelliklerin yarısını bile görememişim. Bundan dolayı, okullarda öğrencilere, bilgili muallimlerin büyük san’at eserlerinin ayrıntılarını, bir bir göstermelerini, çok önemli bulurum. Edebiyat dersleri için de durum aynıdır. Okudukları metnin ana fikrini, hatta konusunu çıkaramayan öğrencilere hatta öğretmenlere çok rastladım. San’at ve edebiyat bilgisi ve zevki bize tabiata, insana ve topluma bakmasını öğretir. 

İçinizde hiç dülger balığını gören var mıdır? Görseler bile, derinden, sevgi ve anlayışla, merhamet duygusu ile, bu balığı seyredenler var mıdır? Yoksa onlara, Dülger Balığının ölüm hikâyesini okumalarını salık veririm. Görmek diye işte buna derler. Türkçenin, en güzel hikâyelerinden biridir. Said Faik, daha sonra, dülger balığının efsanesini anlatır. Efsaneler de bizim dikkatimizi varlıklar üzerine yöneltir. Evliya Çelebi, meşhur Seyahatnamesinde gördüklerini anlatmakla yetinmez. Onların, tarih, hikâye ve efsanelerini de dile getirir. Anadolu’da her yerin bir efsanesi vardır. Halk bu efsaneleri bilir ve kısmen de inanır. Efsanelerde bazı hakikatlere delâlet eden izler mevcuttur. 

Yunanistan coğrafyası, Türkiyeden daha güzel değildir. Fakat, Avrupalılar, Yunanistan’ın bize hiçbir şey söylemeyen dağına, taşına büyük bir heyecanla bakarlar. Bunun sebebi, İlyada ve Odesa Destanlarıdır. Onlar Türkiye’ye geldikleri zaman da tarih ve efsane bakımından zengin ve manalı yerlere giderler. Tarihî bir  hatıra veya efsane, bir yeri turizm bakımından, bir ziyaretgâh haline getirebilir. Biz maalesef, bu toprakların, tarihi ile beraber, efsanelerini de yok ettik. Uludağda, Geyikli Baba adını taşıyan bir otel var mıdır? Bilmiyorum. Aşık Paşazade Tarihi’nde Geyikli Baba ile ilgili rivayeti bilen, onun resim ve heykelini yaptıran biri, oteline tarihî, güzel bir şahsiyet vermiş olurdu. Gördüklerini, yaşadıklarını, duyduklarını ayrıntılarıyla yazıya geçirmek basit gibi görünmekle beraber, Edebiyatımızın esası hemen hemen bundan ibarettir. Elbette bu görmekle beraber gördüklerimizin anlatabilecek bir kelime hazinesini ifade kabiliyeti de gerekmektedir. Ama herkesin bildiği günlük dil ile her şey anlatılabilmektedir. Mühim olan bunu istemektir. 

Yazının bir özelliği, televizyon gibi hayal, duygu ve düşünceyi ise, başka başka bir özelliği de onları tesbit etmektir. Bir lâtin atasözü sözü, “Söz uçar yazı kalır” der. Siz yazmak zahmetine katlanmazsanız duyduklarınız, gördükleriniz uçar gider. Yazar ve o eserleri bastırırsanız yüzyıllarca kalır biz yüzyıllarca önce yaşayan Evlica Çelebi’nin Seyahatnamesi sayesinde o zaman ki Osmanlı ülkesini, komşu ülkeleri, sanki bu gün dolaşır gibi biliyoruz. Keşke herkes, Evliya Çelebi gibi gördüklerini işittiklerini yazsaydı, bizim kültürümüz bu günkünün bin misli olurdu. Atalarımızı bu sayede daha iyi tanır ve severdik. Tarih yazıyla başlar derler. Hakikaten öyledir. Yazılmamış şeyler unutulur gider. Türk tarihinde yaşanılan pek çok şey, yazıya geçirilmediği için unutulup gitmiştir. Fert ve millet hayatındaki sürekliliği büyük nispette yazı gerçekleştirir. Yazı, en kuvvetli bir hafızadır.

Okunma Sayısı: 1632
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • zafer ferah

    31.7.2016 20:25:41

    merhaba ben kör bir okuyucuyum. bu yazınızda bakmak görmek yazmak diye tarif etmişsiniz. bence bakmak, görmek yetmez. eksik diye düşünüyorum. anlamak, farketmek veya algılamak sezip asıl mana ulaşmak veya öze ulaşmak diyede eklenmsi gerektiğini düşünüyorum. çoğu olayı bakarız, görürüz belki ufakta olsa bilgi sahibi olma anlamında biliriz. ama onu anlayıp algılayıp manasına ulaşmak için daha büyük ilgi ve merak gerektirir diye düşünüyorum. sizin için görmek göz olur bizim için duymak olur belki. fakat bunu sadece göz veya kulağın dışındaki anlama farkına varma algılamayı sezmeyi katmazsak. yani beynimizi düşünmemiz katmazsak eksik kalır düşüncesindeyim. göz veya kulak bir olayın anlaşılmasında basamak olur. ancak diğer duygularımızla desteklenmezse hiç bir anlamı olmaz herhalde. bugünkü dünyamızda mananın kaybolduğu gördüğümüz veya duyduğumuza göre harekettiğimiz zamanda manaya yönelmekte zor ve hatta imkansız tabii.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı