"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Çekirdek odur ki, hem bidayeti, hem nihayeti temsil eder

Caner KUTLU
01 Şubat 2018, Perşembe
Öğretmeni yenen “talebe!” -18-

“Yok Sayılmak” başlıklı yazısında Suad Alkan şöyle söylüyordu:

“Her geçmiş, geleceğin özeleştirisine bağlıdır. Tarihte hesap dışı kalmış bir hareket görünmüyor. Tarih tekerrürü insan sayılmayanların, insanlık sırasında yerini alabilmek için kendilerini hazırlamaları bir mahcubiyet ve mecburiyet sorununa dönüşecektir. Böylece Batı hümanizminden tamamen farklı her devirde kendisini kuvvetle ihsas ettiren İslâm insanîliğinin ilim ve san’at planında meydana çıktığı görülecektir. 

Bu sıralamanın sebebi şudur:

Yeni yüzyılın mimarları, sevmekle öldürmenin neden bu kadar yanyana olduğunu; ekonomi ile ahlâkî kuralların, insanların ve devletlerin birleşmesinde veya birleşme dışı kalmasındaki kültürel faktörlerin önemini kavrayacaklardır.”

William Chittick’in ifade ettiği gibi, “Dünyada dâima toplumsal ve bireysel düzeyde görünen iki temayül vardır. Tevhide doğru yönelen eğilimi izlemek, birliğe, ahenge, bütünlüğe ulaştırır. Şirke doğru yönelen eğilimin sonucu ise çokluk, çözülme, dağılma ve dengesizliktir.”

“Büyük düşün! Küçük yap, kalanını ertele...” Belki de Doğu toplumlarının en büyük zihin problemlerindendi. Batı’nın buna karşılık ürettiği “sistem” şunu söylüyordu: “Ne düşünüyorsanız, onu planlayabilirsiniz.. ve öyle de yapın”. O halde buradan şöyle bir füzyon üretilebilir:  “Niyet varsa imkân da vardır; arayınız!.” Bunu anlatan bir hikâye Bediüzzaman’ın Sözler eserinin başlangıç kısmındadır. “Bismillah!” buna göre “her hayrın başıdır”. “Tabiat” ve “hayat” bununla ilgilidir; fıtrat burada kendini gösterebilir, yetenekler ortaya çıkar. 

Her iş onunla başlar ve netice bu sırdadır: “Demek herbir ağaç, “Bismillah” der. Hazine-i Rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor. Her bir bostan, “Bismillah” der. Matbaha-i Kudret’ten bir kazan olur ki; çeşit çeşit pekçok muhtelif leziz taamlar, içinde beraber pişiriliyor. Herbir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar “Bismillah” der. Rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Bizlere, Rezzak namına en lâtîf, en nazif, âb-ı hayat gibi bir gıdayı takdim ediyorlar. Herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları, “Bismillah” der. Sert olan taş ve toprağı deler geçer. Allah namına, Rahman namına der, her şey ona musahhar olur.” (Sözler)

Bakılacak olan neticelerdir; bir şeyin ne olduğu meyvelerine bakılarak anlaşılır. Bir fikrin de değeri “takipçileri” ile anlaşılır. Bu “takipçiler” teorinin pratikteki yolculuğunu inşa eden enstrümanlardan ibarettir. 

Bediüzzaman, meselâ, “talebe” için sözkonusu yolu şöyle çiziyor: “Evet Risaletü’n-Nur, size mükemmel bir me’haz olabilir. Ve ondan erkân-ı imaniyenin herbirisine, meselâ Kur’ân’ın Kelâmullah olduğuna ve i’cazî nüktelerine dair müteferrik Risalelerdeki parçalar toplansa veya haşre dair ayrı ayrı bürhanlar cem’edilse ve hâkeza... Mükemmel bir izah ve bir haşiye ve bir şerh olabilir. Zannederim ki, hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i Nur ihata etmiş, başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazan izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. Ve inşâallah vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşr ve talim ile, belki Yirmibeşinci ve Otuzikinci mektubları te’lif ile ve Dokuzuncu Şuânın Dokuz Makamını tekmil ile ve Risale-i Nur’u tanzim ve tertib ve tefsir ve tashih ile devam edecek.” (Barla Lâhikası)

Görülüyor ki, Risale-i Nur da “talebe” üzerinde inşa edilir. Münâzarât’ın sonundaki “genç” tasviri Bediüzzaman’ın başlangıçta öngördüğü ve nihayette beklediği meyveyi temsil eder. (Ya da “sarıklı genç” böyle bir temsildir.) Talebe bütünü değil “özel”i ifade eder (sadık talebeler). Özel olan neticedir zaten. Her akış ve yatırım neticede “tekillikler”de buluşur. Marifet denilen eğitimin, talimin özü ve neticesi budur (çekirdek; hem bidayet hem de nihayeti temsil eden “öz”dür).

Nurun muhatapları Bediüzzaman’a göre üç tiptir: dost, kardeş ve talebe... Hindistan örneğini burada temsil olarak anlatmak mümkün. M. Yaşin’in: “Yoksulluk yine diz boyuydu. Sanırsınız rüzgârlar, tüm dünyadaki naylon torbalarını önlerine katıp, Hindistan’a taşımışlardı. Toplanmaya toplanmaya çöpler bile pislenmişti sanki” diye anlattığı bir ülke. “Ama Lakşmi Vilas’da görüntü değişti. Burası 2 bin dönüm üzerine kurulmuş olan dünyanın en büyük özel konutuydu. Odalar, kuleler, işlemeli duvarlar, heykeller, kapılar...” O halde bir halk fakirlik ve zaruret içinden çıkardıkları san’ata (elbette hakkaniyeti gözeterek) sahip çıkmakla ilerlemeyi becerebiliyor... Yetenekler de böyle fakirlik içinde boğulurken (ya da Bedevî Arap çöllerinde seyahat ederken) bir anda “zekâ tarlaları” çıkabiliyor ortaya. Zenginlik böyle bir şey; medeniyet de... Çünkü yetenek müdahale ile değil eşit ortamla yeşerebilir. Eşitliğin en başta geleni “var olmak” yani “hayat”tır; Edebali’nin dediği “insanı yaşat ki, devlet yaşasın!”. Hindistan’da en sonda karşına “Taj Mahal” çıkıyor. Bugün de Hindistan tarihinde ilk kez Ay’a araç indirmeyi planlıyor. Hani şu halkının neredeyse yüzde 80’i yemeğini pişirmek için tezek kullanan ülke. Projenin bütçesi ise sadece 93 milyon dolar (yaklaşık 350 milyon TL). Türkiye için de eğitim ile kalkınmanın anahtarı kendi evlâtlarını geri çağırmak, istifade etmek. Neticede “tekillik”leri ideal nokta olarak kabul etmek icab edecektir.

Nihayette; Bediüzzaman’ın mezcini ifade eden “marifet”in modern eğitim sistemlerinden başka yine bir eski “marifet” usûlü olarak “tarîkat ve şeyhlik”den de üstünlüğünü “bir kişiyi sultan yapmakla on askeri paşa yapmak” temsili ile anlatılıyor:

“Risale-i Nur’la hizmet ise, imanı kurtarıyor; tarîkat ve şeyhlik ise, velâyet mertebeleri kazandırıyor. Bir adamın imanını kurtarmak ise, on mü’mini velâyet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevablıdır. Çünki iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mü’mine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bâkiyeyi temin eder. Velâyet ise, mü’minin Cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın imanını kurtarmak, on adamı veli yapmaktan daha sevablı bir hizmettir.” (Kastamonu) Tarihin getirdiği başlangıç noktası bize bütün bu imkânları “yeniden” sunuyor.

Okunma Sayısı: 2996
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı