"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Doğruluk, gerçeklik, haklılık...

Caner KUTLU
03 Nisan 2017, Pazartesi
“Kader söyledikleriniz ile müvekkeldir. O yüzden söylediğiniz kelimeleri güzel seçin ve dikkat edin!.” demiştir, İmam Mâturidî...

Bediüzzaman: “Evet lâfızperestlik bir hastalıktır, fakat bilinmez ki hastalıktır...” diyor ve uyarıyordu: 

“Lâfızperestlik nasıl bir hastalıktır, öyle de; sûretperestlik ve üslûbperestlik ve teşbihperestlik ve hayalperestlik ve kafiyeperestlik şimdi filcümle, ileride ifrat ile tam bir hastalık ve mânâyı kendine feda edecek derecede bir maraz olacaktır. (Muhakemat)

Postmodern dönem Üstad’ın endişelerini haklı çıkarır bir “seyyiatı” zihinlerde örümcek gibi saran bir dille meşrûlaştırıyor. Hâlbuki, Bediüzzaman’ın “haddini aşmış san’atkârlardır” dediği felsefeciler öyle yapıyorlardı. Bu ağa haklı ve doğru olanlar da takılabiliyor. İnsanlar ahir zamanda daha çok kendi kelimeleriyle vuruluyor. 

Örümcek evleri yıkılıyor. 

Oxford Lügatları’nın “gerçeklik sonrası”nı (post-truth) “2016 yılının kelimesi” olarak seçmesi tesadüfî değildir. Nitekim merkezi Wiesbaden’de bulunan Alman Dili Kurumu (GfdS) aynı sözcüğün (postfaktisch) güncel siyasî ve toplumsal ortamı açıklamak için en uygun kavram olduğuna karar vermiştir.

“Otoriter ve totaliter rejimlerden farklı olarak demokrasi içinde üretilen bu “gerçeklik,” olgulardan kopuk, onlar yerine duygulara hitap eden bir “algı yönetimi”ni “siyaset” olarak kavramsallaştırmış durumdadır” diye açıklıyor bu durumu Şükrü Hanioğlu bir yazısında. 

Buna göre: “Olguların siyasetleri şekillendirmesi yerine siyasetin “kendi ürettiği gerçeklikler” etrafında olgularla çatışmasının yarattığı sorunlar ortadadır. Bu, son tahlilde, otoriter rejimlerinkine benzer “siyaset”in “zorlama” yerine “yoğun telkin” ve “gönüllü kabûl” ile meşrûlaştırılması anlamına gelmektedir.

Bunun önüne geçilmesi ise arkasına sığınılan “düşünce özgürlüğü” dolayısıyla “otoriter siyaset” ile mücadeleden daha güçtür. Dolayısıyla, bu alanda, popülizmin tahribatını asgariye indirgeyecek yeni demokrasi yaklaşımlarının tartışmaya açılması, siyaset ve iletişim araçlarının varlık sebeplerini sorgulamaları benzeri “yapısal” ve “yalan söyleme ya da olguları çarpıtma”ya gösterilen toplumsal tepkinin arttırılmasına ulaşan “ahlâkî” değişimlere gerek duyulduğu âşikârdır” dedikten sonra, Hanioğlu, dilde yaşanan doğru ile yalan ve gerçeklik karmaşası içerisinde bir çözüm inşası konusunda: 

Postmodern dönem Üstad’ın endişelerini haklı çıkarır bir “seyyiatı” zihinlerde örümcek gibi saran bir dille meşrûlaştırıyor. Hâlbuki, Bediüzzaman’ın “haddini aşmış san’atkârlardır” dediği felsefeciler öyle yapıyorlardı. Bu ağa haklı ve doğru olanlar da takılabiliyor. İnsanlar ahir zamanda daha çok kendi kelimeleriyle vuruluyor. 

“Söz konusu değişimlerin uzun süre gerektirdiği ortadadır. Post-modern dünyada doğruluğun Kant’ın savunduğu şekilde “bir vazife” olarak benimsettirilmesinin güçlüğü de tartışma götürmez. Bunun yanı sıra “siyaset” kurumuna küresel düzeyde duyulan iğbirar dolayısıyla “yalan söyleme benzeri, bir çocuk yaptığında tecziye edilen davranışların siyasetçiler için olağan olduğunun varsayılması” durumu daha da zorlaştırmaktadır.

Dolayısıyla “gerçeklik sonrası siyaset” uzun süre gündemimizde kalacaktır. Konu üzerine yapılan çalışmalarda önde gelen örneklerden birisi olarak sunulan Türkiye’nin de bunun etkileri üzerinde düşünmesinde yarar vardır” diye bir hatırlatmada bulunuyor. 

Bu hengâmede Bediüzzaman’ın “hakikat sonrası” aldatmacasına karşı geliştirdiği şu hassasiyeti gündeme getirmek gereklidir. Yani: Senin üzerine haktır ki: Her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeğe senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı. Fakat her doğruyu demek doğru değildir.                                                                                                                                  

(Uhuvvet Risalesi)

Her söylediğin doğru olmalı... Ancak...

Her söylediğin hak olmalı... Ancak... 

Asıl kadar usûl de önemlidir. Bunu da asılı önerenler usûlü de önermelidir, şeklinde tekrar söylemek gerekecektir.

Evet haklı olmalıdır. Evet doğru olmalıdır. Ancak, ifadede bir o kadar dikkat gereklidir.

O halde, daha güçlü olarak haklı olmaya kendini ikna ettikçe karşı tarafı daha da büyütmeye yönelik bir alan mı üretiliyor? Yani haklılığın artması ifadeyi sertleştirip katılaştırıyor mu? Karşıyı yok edip mi çoğalıyor... hak istilâcı mıdır... Seçici midir... tutucu mudur... ikna edici midir... hak nasıl tavır alır... yer ve zamanın hakkın ve doğrunun hareketinde etkileri nelerdir?

“Haklı adam, insaflı olur; bir dirhem hakkını, istirahat-i umumînin yüz dirhem menfaatine feda eder. Haksız ise ekseriyetle enaniyetli olur, feda etmez, gürültü çoğalır (Şuâlar) burada belirleyici bir ölçüdür.  

Nedir insaf?

Akıl ve kalp iftirak ettikleri vakit bir tarafta taassup ortaya çıkıyor.. işte sertleşme... Buna karşı insaf; saf akıl, vicdanlı akıl ve akıllı vicdanı temsil edebilir.

Haklılığın artmasıyla beraber haklılardaki sertleşmeyi dengeleyecek olan dilde adaletin (belâgat) devreye girmesidir... yani, hâklıyken hak içinde hâksız duruma düşmek ihtimali var.. veya “haksızlar dahi haksızlıkları içinde hak kazanma” ihtimali olduğunu dikkate almalı... O halde: “aşırıya gitmeyin”. 

“Ahlak” diyor, Comte-Sponville,

“nezaketle başlar ve sadâkatle devam eder… Barbar sadâkatsizdir. Gelecek zamanın ahlâkı yoktur. Her ahlâk, her kültür gibi geçmişten gelir. Ancak sadâkatde ahlâk vardır.”

Hakkın ifade biçimlerini haklı ve doğru belirlemekten bahsediyor Üstad...her hakkı ve doğruyu söylemenin ayrı zaman mekân ve makamları olduğundan... 

Mehmet Âkif:

“hayır, hayal ile yoktur benim alış verişim

İnan ki, her ne demişsem görüp de söylemişim

Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek

Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek!’’ diyordu.

“Doğru sözü, nereden gelirse gelsin alınız; söyleyene değil, söylenen söze bakınız” diyerek bütün bir ölçü veriyor Hz. Ali. Çünkü: “Özü doğru olanın sözü de doğru olur.”  Hz. Ömer: “Akıllı kişinin lisanı kalbindedir. Düşünerek söyler” diye akıllı vicdanı konuşturmak gereğini vurguluyor. Nihayet Hz. Osman: “Sözün, fiilden fazla olması alçaklıktır” ile sözün dengesine dikkat çekiyor. 

Yani öncelikle her söylenenin doğru olup olmadığına bakacağız. Sonra mihenge alacağız... Hz. Ali ilk aşamayı vurguluyor. Ardından söyleyene bakacağız... Hz. Ömer onu vurguluyor. Makamına bakacağız... Hz. Osman da onu vurgulamış... 

Üstad Bediüzzaman da şöyle birleştirmiş: 

“Söylenene bak, söyleyene bakma; söylenilmiştir... Fakat ben derim: Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne içinde söylemiş? Ne için söylemiş? Söylediği sözü gibi dikkat etmek, belâgat nokta-i nazarından lâzımdır, belki elzemdir. ” (Muhakemat) 

Bediüzzaman, bu aşamada üç düstur ile meseleyi tamamlıyor: 

Birincisi: Sen, mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit; “Mesleğim haktır veya daha güzeldir” demeye hakkın var. Fakat “Yalnız hak benim mesleğimdir” demeye hakkın yoktur.  

İkinci Düstur: Senin üzerine haktır ki: Her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeğe senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı. Fakat her doğruyu demek doğru değildir. Zira senin gibi niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihatı bazan damara dokundurur, aksü’l-amel yapar.

Üçüncü Düstur: Adavet etmek istersen, kalbindeki adavete adavet et; onun ref’ine çalış. Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmarene ve heva-i nefsine adavet et, ıslâhına çalış. O muzır nefsin hatırı için, mü’minlere adavet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen; kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adavet et. Evet nasılki muhabbet sıfatı, muhabbete lâyıktır; öyle de adavet hasleti, her şeyden evvel kendisi adavete lâyıktır.

Eğer hasmını mağlûb etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et. Çünki eğer fenalıkla mukabele edersen, husûmet tezayüd eder. Zahiren mağlûb bile olsa, kalben kin bağlar, adaveti idame eder. Eğer iyilikle mukabele etsen, nedamet eder; sana dost olur.

(Uhuvvet Risalesi) 

Okunma Sayısı: 6795
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • HÜSEYİN İLHAN

    3.4.2017 18:16:23

    Maşaallah kardeşim.Tebrik ediyorum.Rabbim sağlık-sıhhat içinde daha nice dolu dolu makalelerinizle tefekkür kapımızı zenginleştirsin.

  • zeliha

    3.4.2017 14:56:27

    Tebrikler,çok zor bir meseleyi yine çok latif bir şekilde izah etmeye calismissiniz Allah razı olsun

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı