"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Evrenselleşmek, Medenîleşmek, Cemaatleşmek... (16)

Caner KUTLU
22 Mart 2018, Perşembe
Ey mütefekkir ve akıl sahibi ve kendini münevver telâkki edenler!

...Evet hakaik-i İslâmiyet’in mazi kıt’asını tamamen istilasına sekiz dehşetli manialar mümanaat ettiler: Birinci, ikinci, üçüncü maniler ecnebilerin cehli ve o zamanda vahşetleri ve dinlerine taassublarıdır. Bu üç mani, marifet ve medeniyetin mehasini ile kırıldı, da- ğılmağa başlıyor.

Dördüncü ve beşinci maniler Papazlar’ın ve ruhanî reislerin riyasetleri ve tahakkümleri ve ecne- bilerin körükörüne onları taklid etmeleridir. Bu iki mani dahi fikr-i hürriyet ve meyl-i taharri-i hakikat, nev’-i beşerde başlamasıyla zeval bulmaya başlıyor.

Altıncı, yedinci maniler: Bizdeki istibdad ve şeriatın muhalefetinden gelen sû’-i ahlâkımız mümanaat ediyordular. Bir şahıstaki münferid istibdad kuvveti şimdi zeval bulması, cemaat ve komitenin dehşetli istibdadlarının otuz-kırk sene sonra zeval bulmasına işaret etmekle ve hamiyet-i İslâmiye’nin şiddetli feveranı ile ve sû’-i ahlâkın çirkin neticeleri görülmesiyle bu iki mani de zeval buluyor ve bulmaya başlamış. İnşâallah tam zeval bulacak.

Sekizinci mani: Fünun-u cedidenin bazı müsbet mesaili, hakaik-i İslâmiye’nin zahirî manalarına muhalif ve muarız tevehhüm edilmesiyle, zaman-ı mazideki istilâsına bir derece sed çekmiş. Meselâ: Küre-i Arz’a emr-i İlâhî ile nezarete memur Sevr ve Hut namlarında iki ruhanî melaikeyi dehşetli cismanî bir öküz, bir balık tevehhüm edip ehl-i fen ve felsefe hakikatı bilmediklerinden İslâmiyet’e muarız çıkmışlar.

Bu misal gibi yüz misal var ki, hakikatı bilindikten sonra en muannid feylesof da teslim olmaya mecbur oluyor. Hattâ Risale-i Nur, Mu’cizat-ı Kur’âniye Risalesi’nde fennin iliştiği bütün âyetlerin her birisinin altında Kur’ân’ın bir lem’a-i i’cazını gösterip, ehl-i fennin medar-ı tenkid zannettikleri Kur’ân-ı Kerîm’in cümle ve kelimelerinde fennin eli yetişmediği yüksek hakikatları izhar edip en muannid feylesofu da teslime mecbur ediyor. Meydandadır, isteyen bakabilir ve baksın. Bu mani, kırkbeş sene evvel söylenen o sözden sonra nasıl kırıldığını görsün.

Evet bazı muhakkikîn-i İslâmiye’nin bu yolda te’lifatları var. Bu sekizinci dehşetli manianın zîr ü zeber olacağına emareler görünüyor. (Hutbe-i Şamiye)

Şunu öncelikle ifade etmek gerekir: Bediüzzaman’ın yeni dönemi tanımlaması İslâm düşüncesinin medeniyet karşısında bir savunma refleksi değil tamamen yeni bir ileri adım atmasıdır. Bu sebeple Kur’ân’ın ve Sünnet’in geçmişten ziyade geleceğe yönelik tefsirlerini ihtiva eder. Bu böyle okunursa “cümleler ve kelimeler” de doğru yerinde bulunabilir. Tanpınar’ın Huzur romanında, “Adalet istiyorsun, hak istiyorsun” dediklerindeki cevabı gibi: “Hayır öyle değil! Çünkü kelimeler eski. Yeni insan eskinin hiçbir artığını kabul edemez”. İlâhî fermanda şöyle buyuruyor: Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: “Geçmişlerin masallarıdır” dedi. Asla, hayır; onların kazandıkları, kalpleri üzerinde pas tutmuştur. Hayır; gerçekten onlar, Rableri’nden perdelenerek yoksun tutulmuşlardır. (Mutaffifin Sûresi 13-15)

Yeni kelimeler şüphesiz Kur’ân’ın hazinesinde saklıdır. Bunun için belâgat-i Kur’âniyye ve şeriat-i Ahmediye içinde keşiflerle bulunabilir. Ruşen Çakır’ın bir sorusu ve Şerif Mardin’in cevabında bu hususta şöyle bir yaklaşım ortaya çıkıyor: 

“Sizin Said Nursî çalışmalarında sözünü ettiğiniz bir ‘şiirsellik’ olgusu var. Şöyle diyebilir miyiz: İslâmî hareketler, dinin, insanı kalbinden yakalayan şiirselliğini iptal edip, hor görüp doğrudan beyinlere sesleniyorlar. Batılı pozitivistlerin yaptığı gibi, hattâ bazen onlardan daha fazla.”

“Çok güzel bir noktaya değindiniz. Çünkü bana öyle geliyor ki modern İslâmî hareketler, pozitivizmden, Darwinizm’den ve çatışmacı siyaset ideolojilerinden ne kadar etkilendiklerinin farkında değiller. Ama önce bu hareketlerin, modernliğin beğenmedikleri bazı taraflarına aslında bilmeden, anlamadan girmiş olduklarını idrak etmeleri lâzım. Modernliğin bir basitliği vardır. Modernist İslâmî hareketler modernliğin o basitliğini olduğu gibi almışlardır, bunu üstlerinden atmaları lâzım.”

Tarih içinde (“modernizmin tarihte hep var olduğu” savıyla düşününce daha da belirginleşiyor) Batı zihni ile Doğu, kelimeleri ile ilişki kurarken pek çok da boşluklar açılıyor. Buraları da sonra her taraf kendi anlam dünyasından farklı birikimlerle doldurmaya çalışınca karmaşa oluyor. Kavram kargaşası bu sebeple özellikle medeniyet geçişlerinde ya da birleşmelerinde çokça yaşanabiliyor. Bu ise çatışmalar üretiyor (Dünya savaşları gibi). Karmaşayı bitirecek olan ancak Kur’ân’ın asliyetidir. İşte Bediüzzaman’ın Muhakemat’ı ilgili usûl ve yöntemleri (Mardin’in şiirsellik dediği Kur’ân’ın kelâmındaki “belâgat” ve “cezalet”) belirlemede bir başucu kitabı durumundadır. Bunun içinde “Kur’ân’ı rehber edinenler belâgat-ı Kur’ân’ı esas tutmalı; felsefe-i Yunaniye ya da Roma felsefesini değil” demek çok büyük bir çerçevedir. Bu nasıl mümkündür? Bediüzzaman “saykal vurmak”tan bahsediyor. 

Mary Beard, popüler kitabı ‘S.P.Q.R’de Antik Roma Tarihi’ni araştırırken ilgili metinleri günümüze büyük ölçüde Orta Çağ keşişlerinin gayreti sayesinde ve bazı felsefe eserlerini ve bilimsel malzemeleri Arapça’ya çeviren Orta Çağ Müslüman bilim insanlarının önemli, ama sıklıkla unutulan katkısıyla ulaşmıştır, diyor. Bu süreç Roma felsefesinin yayılmasını da ihtiva ediyordu. Hattâ sonraki dönemlerde Roma’nın açtığı yolu Müslümanlar çokça kullandı. Çünkü daha öncelerde de Roma’daki edebiyatın başlangıcı Roma’nın denizaşırı yayılmasıyla olmuştu. İmparatorluğun başlangıcı ile edebiyatın başlangıcı aynı madalyonun iki yüzüydü. Yine de böyle bir edebiyatın üretilmesini ve korunmasını kolaylaştıran şey, Yunan dünyasının gelenekleriyle M.Ö 3. yüzyıl ortasında başlayıp giderek artan ilişkiydi. Burada Bediüzzaman’ın dediği gibi aynı kaynaktan düşman ikizler; Yunan selefler taklid edilerek, diyalogda, rekabette ve yarışmada apaçık, bir anda doğmuştu. Antik Yunan’ın İslâm âlemine girişi; Halife Me’mun, kendisi Aristo hayranıdır, zamanında tercümeler vasıtasıyla medeniyet atlamasına eşik olmuştu. İbn-i Sina, Farabi ve İbn-i Rüşd gibi dehâlar ürettikleri sonuçlarla insanlıkta bir yükseliş başlatmıştı. Aynı şey Şarkiyatçıların Batı medeniyeti Doğu tercümeleri atlamasında ise daha sorunlu ve doğru İslâmiyet’i anlamaktan uzaklaştıracak bozulmalarla karşılaşmıştı; ki Bediüzzaman bunları sekiz manide özetlemişti. Hıristiyanlık’ı hurafeleri sebebiyle kolayca teslim alan ve fakat İslâm’ı işgal edemeyen: (ancak zihinleri meşgul eden) modernizmdeki, aklın kalbe kalbin akla rekabetçi durumu idi. Modern anlayışın kavrayamadığı belki de budur. Şerif Mardin’in Risaleler’in deşifre edilmesi ya da yeni kelimeler bulunması tavsiyesini de aynı çerçevede görmek gerekir. Bunun da yolu Bediüzzaman’ın hakikat mesleğini esas almaktır. Cumhuriyet ilk döneminde Batı tercümeleri yanında  “Kur’ân tercüme edilsin” denmişti ki bu Tanzimat sonrası başlayan “meal akımı”nın son noktasıydı. Bediüzzaman “Kur’ân’ın hakikî tercümesi yapılamaz” diyerek hurafâta kapıları kapatıp hakikatin yeterli ve gerekli öz olduğunu belirlemişti. 

Bunun için: “Arapça vacip” hükmü her eğitim ve ilim konusunun birinci maddesi olmak zorundadır. 

Okunma Sayısı: 2074
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı