"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Evrenselleşmek, medenîleşmek, cemaatleşmek... (3)

Caner KUTLU
22 Haziran 2017, Perşembe
Celâl Nuri İleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında yeni inkılâba “yol gösterici” olarak yazdığı “Türk İnkılâbı” kitabında, “tefevvûkî medeniyetin şiarı (dynamic) yani harekî; tevakkufî medeniyetin şiarı ise ‘statique’ yani mütevâzin olmaktır” diyordu.

Ona göre “bugünkü vaziyette Avrupa medeniyeti (Bediüzzaman gibi, “Hıristiyan medeniyeti” tabirini O da kabul etmiyor) tefevvukta, sâir medeniyetler ise tevakkuftadır”. İleri, buradaki en büyük tevakkufî durumu da fıkıh alanında görüyor. Ona göre: “... Müslüman fakihleri akîde ile dünya ahkâmını yekdiğerinden ayrı bulundurmak ellerinden gelmedi. Bu sebebe mebnî İslâmiyet tevakkuf hâlinde kalmış, fazla olarak bütün beşerî muâmelâtın da eski ihtiyacât üzerine verilen fetvalar mucibince tanzim edilmeleri lâzım geldiği zehabına kapılınarak, onlarda da tekâmüle mecâl bırakılmamıştır. Ber’akis olarak fakîhler ıstıfâ veyahut daha doğru bir tabirle tekâmül yolunu tutsalardı, bugünkü feci vaziyyet hâdis olmazdı.” 

Hayat mı, an’ane mi?.. diye soruyor İleri; “yaşamak asıldır, an’ane ise ne kadar asıl olursa olsun bir süstür” diyor.

Sonuçta İleri’nin gördüğü “sorun”u Bediüzzaman’ın: ‘İmanının selâmeti için duâ edeceğim’ dediği Nurettin Topçu ile dil ve kültür alanında Nihat Sami Banarlı da ifadeye çalışmışlardı. (Bunlar kemâlini bulamamış olsalar da etkileyici olmuş çalışmalardı). 

“İstilâ edilmiş din ve hayat” ile “istilâ edilmiş dil”e karşı “yaşayan din” ve “yaşayan dil” idealleri özünde derin bir anlayış ve dönüşüm (tecdid) isteyen meselelerdi. Risalelerin en küçükten en büyüğe hitap edebilen “popüler anlayış ve dili” esas olarak buradaki zihnî yaklaşımın paradigmasını (buradaki paradigma kelimesini “baskılama” anlamını çıkarıp düşünelim, ya da daha geniş olarak “usûl” de diyebiliriz) kendi “yaşayan iman” esasında bulur. (Bunun da kemâl noktası: huzur-u daimî). Bediüzzaman’ın “hüsn-ü mücerred” den yaratılan mânâların “aheng-i ruhanisi” dediği kâinattaki ritm de hayatın ritmidir. (Pythagoras’a göre ise kâinat tamamen âhengden ibarettir). Banarlı’nın Türkçe’nin Sırları’nda söylediği gibi “iman savaşları”, “medeniyet savaşları”, “vatan savaşları” kadar devamlı lisan savaşları da vardır: “Böylelikle millet hiçbir zaman birbirinin dilinden anlamayan ve daha fenası, birbirinin dilinden nefret eden nesiller yetiştirmiş olmanın uçurumuna düşmez.” En büyük gafletimizi lisana vatan toprakları gibi ve ondan hiç farksız bir değer vermek lâzım geldiğini söyleyen adam, yerden göğe haklıdır.  ‘Kamus namustur’ ile ‘din dildir’ de böyle doğru beyanlardır.

Aynı dönemde Bediüzzaman: “Şu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek” diyerek Büyük Millet Meclisi’nde “inkılâpların” prensiplerini doğrudan ortaya koymuştu. Daha sonra yazdığı risale ve bildirilerle (Tabiat Risalesi ve Namaz beyannamesi gibi) bu noktalarda yönlendirici olmaya çalışmıştı. Buradaki maddeler incelenirse görülecektir ki, İleri’nin eksikliğini hissettiği “tecdid” esasları orada ifade edilmiştir. Hatta bu aşamalarda başta pek çok da “put”lar kırmak gerekecektir. 

Sadece dolara karşı yeni bir para birimi ile dünya ekonomik dengesini sağlayabilme hayali kadar dil ve kültür dengesini de yeniden kuracak bir “birimsel” değişim dil ve insan problemi olarak dünyanın önündedir. “Hakikat sonrası” ekonomiyle dilin birlikte ele alındığı bir dönem... Bugünün bozgunculuğu dil ve siyaset meydanlarında inanılmaz zulüm ve katillere sebebiyet veriyor. Müslümanlar için de tıpkı Uhud gibi.. Kerbelâ ve Moğol istilâsındaki gibi ve Harb-i Umumî’deki “panik” ve kargaşa ortamına ve “trajik” hadiselere sebep olabiliyor. (Çoğu da, bilmeden kardeş kardeşi vuruyor.) Bunun için son halde ayakta duracak Risalelerin (Ehl-i Beyti temsilen) “tecdid” dili ve anlayışıdır. İslâm’a “saykal vurmak” bu olsa gerektir. Ümit edilir ki, Müslümanlar (İslâm’ın sadâsı) mağdur ve mazlûm olarak da olsa artık Dünya yüzeyinde “dynamic” hale geçmiştir. 

Bediüzzaman “içtihad kapısı kapandı mı?” tartışmalarına ise zarif bir dokunuşla istikamet verir: İçtihad kapısı açıktır. 

Fakat şu zamanda oraya girmeye (altı) maniler vardır:

“İslâmiyetin müsellematını tamamen imtisal ettiği cihetle bihakkın daire-i dâhiline girmiş zâtta; meylü’t-tevsi’ meylü’t-tekemmüldür. Lâkaydlık ile haricde sayılan zâtta meylü’t-tevsi’, meylü’t-tahribdir. Fırtına ve zelzele zamanında; (Hatırlatma: İstanbul işgali ile İngiliz siyasetinin “bir içtihad kapısı açmak” fitnesine karşı Bediüzzaman: Çünki o devlet, işte görüyorsunuz; ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı mağrurane üstümüzde sual sormasına karşı, yüzüne tükürmek lâzım geliyor. Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!..” Mektubat- diyerek “hıfz-ı Kur’ân”a sığınmıştı. Elbette bir de cevap vermek gerekiyordu ki “altı suale” kısa cevaplar verilmişti.) değil içtihad kapısını açmak, belki pencerelerini de kapatmak maslahattır. Lâübaliler ruhsatlarla okşanılmaz; azimetlerle, şiddetle ikaz edilir. Mektubat - ile “hariçten” müdahalelere kapalı, (yani kapı dışarıdan değil içeriden açılabilir) Kur’ân’a “delil” arayışına dikkat çeker. Burada da iki kısım vardır; “bürhân-ı nâtık” olan Peygamber Efendimiz’in (asm) sünneti ve “delil-i nâtık” olan Ehl-i Beyt’tir (bu kısım aynı zamanda “mehdiyet”i ifade eder).  

Mezhep imamları (mezheplerin varlığı buradaki “gerekli ve yeterli” fikrî alanı üretiyor ki ihtilâfın rahmet boyutu aynı zamanda sınırları da belirliyor), meselâ, İmam-ı Azâm ve bazı talebelerindeki sözkonusu (ki Bediüzzaman’ın benzer bir dehâ (hüdâ) olduğu söylenmelidir) aklı ve kıyas yeteneği bize bu zaman için Risale-i Nurlar vasıtasıyla gerekli ve yeterli enstrümanları veriyor. (Bediüzzaman mezheplerin ortaya çıkışı sonrası gelen diğer akımların Eski Yunan tercümeleri vasıtasıyla başladığı düşüncesinde; ancak buradaki sorunların doğrudan belâgat-ı Kur’âniyeye yönelik bir çabayla çözülebileceğini söylüyor, felsefe usûlleri (paradigma) ile değil.. Bunun için de özellikle Muhakemat’ın üçüncü makalesi olan “Unsuru’l Akide” yeterli bir zemin olabilir.)  

Okunma Sayısı: 2554
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Kasım seçkin

    30.6.2017 00:02:00

    Yazıların çok çok seviyeli anlamak için bir kaç defa okuyorum Allah kalemine kuvvet sağlğına sağlık versin sevkine şevk versin amin

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı