"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Evrenselleşmek, medenîleşmek, cemaatleşmek...

Caner KUTLU
01 Haziran 2017, Perşembe
Etyen Mahcupyan, Türkiye’nin halen en büyük sorunu... olarak; “Cemaatçi yapı devam ediyor ve çeşitliliği hazmeden bir birlikteliğe razı olamadığımız ölçüde zihniyet değişikliğinde de zorlanıyoruz” diyor.

Halbuki; “Modernliğin zihinsel alandaki katkısı olan rölativizm, bize ‘düşünebilmeyi’ sistemleştirme, toplumsallaştırma ve buradan kültür üretme şansını verdi. Öncesinde de düşünebilen büyük zihinler vardı, ama bireysel dar alanlarda ve entelektüel düzlemde etkiliydiler. Oysa modernlik bunu eğitim ve kültürleşme üzerinden toplumun kılcal damarlarına soktu. Rölativizm sayesinde insanlar hem aynı olaya birden fazla şekilde bakmayı, hem de aynı olayı farklı şekilde algılayan kişilerle birlikte olmayı değerli ve anlamlı bulmaya başladılar. Toplum haline gelebilmenin, kişinin kendisini bir toplumun parçası olarak görmesinin arka planındaki zihinsel dinamik buydu…”  

Şu noktada Bediüzzaman’ın şahıs döneminden şahs-ı manevîye “kişilikler” dönemine geçildiği vurgusunu belirtmek gerekiyor. Artık toplum “kişilikler” üzerinden tanımlanmak durumunda... Rölativizm, modern düşünce içinde ise, fizik âlemle ilintili pek çok alanlara açılan (“evrim” yaklaşımıyla birleşik bir ifade olarak)  “sabite”  haline getirilecektir.  

Aynı dönemde, Münazarat, Bediüzzaman’ın toplumun katmanlarında (başta Kürtler ölçeğinde, ancak diğer unsurları da ele alacak evrensel sonuçlar) işleyen bir alan çalışmasının ürünü, yeni önerileri ortaya çıkarmaktadır. Buradaki yaklaşımların Einstein’den Freud’a uzanan “modern”in yeni kurucularının zihin inşasına “dönemsel” fakat “evrensel” cevaplara da sahip olmasıdır. 

Mahçupyan’a göre “rölativizm” şunu getirdi; “Kişilerden bağımsız doğru yöntemlerin bulunduğu, bunların hemen her zaman çok sayıda olduğu, aralarından tercih yapıldığı ve bu tercihi yapanın sorumlu olması gerektiği fikri toplumsal bir norm haline geldi.”  Bu halde “cemaat” aynı süreçte; “... cemaatçi yapılar toplumun içinde eridi ve bireyselleşmenin sonucu olarak hukuk nezdinde eşit olma fikri zihinlerde normalleşti.” Bununla birlikte;  “Kendilerini bir ‘toplum’ olarak görmekte zorlanan ataerkil zihniyetteki cemaatçi yapılanmalarda bu geçiş yadırgandı ve dirençle karşılandı.” 

Bediüzzaman’ın Münazarat’ının ortaya çıkış sürecinde görülen ve halen sürdürülmekte olan dirençleri de buna katmak gerekecektir. Burada görülen “modern düşünce” ve enstrümanlarına direncin Bediüzzaman gibi her “yeni düşünce” sahiplerine de gösterildiğidir.

“Doğru bilgi edinme, siyaset oluşturma, risk analizi yapma, meşruiyet sağlama, şeffaflık ve katılım ölçütleriyle davranma, rasyonel mekanizmalar kurma, ortak kararlara dayanma, geri bildirim alma gibi birçok unsur maalesef hâlâ bize yabancı” derken de Mahçupyan; “Zihniyet açısından modernliğe henüz uzun bir yolumuz var gibi…” sonucuna varıyor. 

Şerif Mardin’in “mahalle baskısı” ya da Etyen Mahçupyan’ın “cemaat algısı”ndan farklı bir tanımı gerektiren Bediüzzaman’ın “sistem”i olan Nur şakirtlerinin “cemaat”i, mabeynlerindeki meşveret sistemi ile modern döneme denk gelecek bir “tecdid” gerçekleştirmişti. Karakoç’un “ihlas doktrini mihverinde döner” dediği temel mekanizma “her söylediğimi kabul etmeyin, mihenge vurun!” diyerek başlayan bir akımdır. Belki de uzaktan bir zaaf olarak görünen cemaat içindeki bu “hareketlilik” doğruya ulaşmayı ihlas ile kurduğu bağlantıda sağlama hedefinin sonucuydu. Doğruluğun inşası doğru unsurların doğru parçaları doğru yerinden ve doğru biçimde ve doğru usullerle birleştirilmesiyle mümkün olabilecektir. Sürekli tekrarlanması elzem şu ölçü; “Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sırrı işte budur: Said yoktur, Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakikattır, hakikat-ı imaniyedir.”( Emirdağ-2 ) 

Bu sırra vakıf olamamanın neticesi bu görece “hareketlilik”ten kurtulup (ya da ayrılıp), iş zamanında panik halini netice verir (ki yakın tarih pek çok örnek vermiştir). Çünkü hedefsiz bir gemiye hiç bir rüzgâr yardım etmez. Gaye-i hayal olmazsa ezhan enelere döner. Bediüzzaman’ın “perişaniyet” dediği kargaşa veya karmaşa içinde bocalayan “kişilere” yani “toplumlara” (ve elbette cemaatlere) hedef kazandıracak örnek bu sistemdir.

Rölativizmin Nur Talebesi zihninde “modern konumundan” çok farklı karşılıkları üremektedir. Bunun anlamı mânâ-i harfî-mânâ-i ismî eşleşmeleri ile sağlanır. Yoksa rölativizmin modern insanı imkân âlemine sınırlayan bunaltıcı ruh hali Müslüman âleminde bulunmaz. Çünkü Allah imkân dairesine, dışından (vücub dairesi) mutlak kuvvet ve iradesi ile tasarruf etmektedir. Mümin kalbi bütün imkân dairesi üzerinden, fakat birlikte bir nazara (ve görece sahipliğe) sahiptir. Bu sayede herşey bir mânâ-i harfî ile “ismi” gösterir. Tabiatçılar ya da diğer bazı kanaatler kâinatı terk ve itham ya da mutlak kabul ederek bir yanlışlığa adım atarlar. Bediüzzaman’ın kurduğu mânâ-i harfî ve mânâ-i ismî ilişkileri kabaca rölativizmi işaret etse de, ileride ve içeride -mutlak olanla çok yüksek boyutlu ilişkileri kurmayı mümkün kılıyor. Yani, daire-i imkândan başlayarak giderek çoğalan boyutları birlikte tanımlayabilecek nihayet Zât-ı Akdes’e ulaşacak müthiş bir açılım ve yükselişler toplamına götürür. Bunun boyutları-ki Bediüzzaman bunları “burçlar” olarak tanımlar, bir kısım fizikçilerin iddia ettikleri sonsuz boyutlar varsayımını da destekler, ileri bir düşünce sistemini kurar. Bediüzzaman’ın “hakikat mesleği” modern bilimin ya da düşünce dünyasındaki iddia ve delilleri içinde eritebilecek, bütünleştirici (tevhid, iman) dilde ifade etmeyi oldukça kolaylaştırır, ki bu dildeki yine Üstad’ın dediği “işgal” (kompleksleri) derinlikten ve sonsuza giden bir boyutların çoğalan sistemlerini kendi içinde üretebilme yeteneğindendir. Bunun için düşünce eğrisi “kâh minare tepesinde, kâh minare dibinde” bir dizi “fluctuated” dalgalı şekli veriyor. Burada “Efkar ve hissiyatın mecra-i tabii” dediği “nazm-ı maanî” ortaya çıkıyor ki kaynak ve netice “hüsn-ü mücerred” denilen iman bostanında (modern düşünce ‘DNA’ya bağımlı düşünerek gereksiz anlamlar yüklüyor) yeşeriyor. Neticede, bütün sistem ve “kişilik”ler nazm-ı maanînin parçalarıdır, unsurlarıdır; hakikati anlamada aletlerdir. Amaç “tevhid-i efkâr”, elde “bürhân” kılıçları vardır.  

Bu nedenle de Nur Şakirtleri müzakere ve münazara usulüne tâbidir, eleştiri (tenkid) ve münakaşa reddedilmiştir. Buradaki münazara ve müzakere usûlü özeleştiri ve sorumluluk kapsamında ele alınır. Ancak birbirlerinin kusuruna bakmak ve haysiyet savunusu kapsamın dışına atılmıştır. İlkelerdir savunulan ya da eleştirilen; mihenge vurulan fikirler ve usullerdir. Nefis cümleden edna, hakikat cümleden alâdır. O zaman ulvî hakikatler basit şahıslara yüklenemez. Lezzetli üzüm salkımlarının hâsiyetleri kuru çubuğunda aranmaz. “Nüfûs” kuru çubuklardır. Nazar halka değil hakka ve Hakk’a yöneliktir. Dolayısıyla, hakikat sonrası dönemi “tecdid” sorumluluğu bu dili topluma sunmakla görevli Nur Talebelerine ait olsa gerektir. 

Okunma Sayısı: 2930
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ramazan Çalışan

    2.6.2017 00:15:23

    Mahcupyan ın "Rölativizm sayesinde insanlar hem aynı olaya birden fazla şekilde bakmayı, hem de aynı olayı farklı şekilde algılayan kişilerle birlikte olmayı değerli ve anlamlı bulmaya başladılar." tesbiti yaşanan son hadiselere bakılırsa isabetli görünmüyor.o kitaplardan okudugunu yazıyor. BEDİÜZZAMAN ın "Şu noktada Bediüzzaman’ın şahıs döneminden şahs-ı manevîye “kişilikler” dönemine geçildiği vurgusunu belirtmek gerekiyor."tesbitni anlayan ve pratikteki uygulayıcısı ise yeni asya mensupları ve onun eksenindeki düşünenler tarafından anlaşıldıgı görülüyor.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı