"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hayat bir mücadele değil, muavenettir

Caner KUTLU
25 Ocak 2018, Perşembe
Batı’da kriz dönemleri, özellikle fikir ve san’at insanlarını gerçeğin dışına itiyor.

İkinci Dünya Savaşı’na meselâ “gerçeküstü”cülüğü ile karşı koymayı denemişti. Şimdiki karşı koyma çabası ise “üst gerçek”çilik veya “hakikat sonrası” olarak ortaya çıkıyor. Bu da eğitim teknolojilerinde “arttırılmış gerçeklik” ortamları ve bunları algılamak için görsel ve işitsel materyaller geliştirmekle karşılığını buluyor. Bir sihir bir dokunuşla açılacak başka sahneler yaşanan gerçeklik içinde bir şeyler gösterecek, ümit verecek...

Böyle bir ütopya-distopya karmaşasının içinde umudu arayan Yarının Dünyası (Tomorrowland A World Beyond) yine aynı tuzakla karşılaşıyordu: Fantazya, şiddet ve yokluk... 

Umudun dünyasında anlatıldığı gibi; iki kurt sürekli kavga ediyor: Biri kötümserlik diğeri umut ve iyimserlik taşıyor. Peki kim kazanıyor? Hangisini beslersen! Ne ile beslenecekler? Hayal ya da hakikatle. Bediüzzaman için bu kurtlar iki küçük fare; gece ve gündüz. Geçmiş ve gelecek. Adem ve hayat. Hiçlik ve varlık. Ölüm ve diriliş...

İnsanın gerçekliği algılaması, hakikati anlaması ve hakikî olanı yaşayabilmesi ne demektir o halde? İnsan neyin san’atını ve hangi tarihin içinde elde edecektir? En büyük problem geçmiş gelecek ve bugün arasındaki boşluklarda. Hayaller ve gerçekler, imkân ve mümkün. Yalan söylememek. Ancak doğruyu da nasıl söyleyeceğini bilebilmek. Altı boyutlu bir çözüm algoritması yazılsa o halde. 

İnsanlığın muhtaç olduğu bir kritik eşik Bediüzzaman’ın şu tefsirindedir: “Binaenaleyh (Doğu da Allah’ındır, Batı da. Artık nereye dönerseniz dönün, orada Allah’a dönmüş olursunuz. (Bakara-115) âyet-i kerimesinin sırrıyla, cihat-ı sitteden herhangi bir cihetle olursa insan tenevvür eder. Hattâ mü’min olan bir insanın dünyanın kuruluşundan sonuna kadar uzanan manevî bir ömrü vardır. Ve insanın bu manevî ömrü ezelden ebede uzanan bir hayatın nurundan meded ve yardım alır. Ve keza cihat-ı sitteyi tenvir eden iman sayesinde insanın şu dar zaman ve mekânı geniş ve rahat bir âleme inkılâb eder. Ve bu büyük âlem, bir insanın hanesi gibi olur. Ve mazi, müstakbel zamanları, insanın ruhuna, kalbine bir zaman-ı hal hükmünde olur. Aralarında uzaklık kalkıyor.” (Ramazan)

O halde yeni meslekler insanların bir “hesapsız” boşlukta kaybolmasına ya da başkalarına ait olana saldırmasına imkân vermemelidir. 

Buradaki doğru hesap şudur: Öncelikle, herkesin ömrü gibi rızkın da (rızkın uzayı genelde kuvveler; kuvve-i akliye, gadabiye, şeheviye ile belirlenir) belirli ve sınırlı bir “tahsisat”ı vardır. İkinci olarak; bu tahsisat “hikmet” içinde malûm değil yani zihne düştüğünde görünüşü “belirsiz”dir. Görüleceği üzere birinci yaklaşım kapitalist bakışı ikincisi de sosyalist yaklaşımı kökte çürütüyor. O halde İslâm’ın duâ ve “yalnız Allah’tan istemek”le; “kimseye minnet etmemek” ve “sadece çalıştığı kadarını istemek”le getirileri “sürekli bir muntazır halde beklemek”le mümkün olacaktır. Bu hem eşitlik hem yardımlaşma ile birlikte “müsabaka” yani “hayırda yarışmak”ı gerçekleştiriyor. Yani balık vermekle bunu sermaye yapıp balık tutmayı öğreterek de müsabaka alanında bunu eşit şartlarda yetenekleri ortaya çıkarmaktır. Medeniyetin ve doğru insaniyetin gelişimi bu şekildedir. Böylece “Allah’ın taksimi” olan her türlü rızık bir “cidal” değil “teavün” kaynağı olacaktır.

Popüler, ama popülizme uzak olmak.. Temel “doğru” olacak; ancak doğrunun yayılması sırasında revizesi de gerekiyor. İnsan tekilliği kadar, hele bu enaniyet çağında üç elif bir büyük başarı için yeterli olabiliyor. Bazen bir tohumun neticesi bütün tohumları kurtarıyor.

İslâmın ütopyası yoktur derken... Feridüddin Attâr’ın Tezkiretü’l Evliya’sında geçen Şiblî’ye ait şu söz: “Bütün dünya benim olsa, onu bir Yahudi’ye verir, bunu benden kabul ettiği için de çok minnettâr ve müteşekkir olurdum” sözü muhtemelen Peygamber Efendimiz’in (asm) Hz. Ömer’e söylediği: “İstemez misin Ya Ömer, dünya onların olsun, ahiret bizim olsun” sözünden ilham almıştır. Nobelli ekonomist Stiglitz de, “güven millî gelir hesaplarına girmiyor, ama ekonomi için en az onlar kadar önemlidir” diyor. O halde iman güven eğitim ilişkisini ekonomi öğretimi üzerinden anlatan bir derse ihtiyaç var.

“Üstadım, yağmur duâsı ve namazın neticesi görünmedi, faidesiz kaldı; iki-üç defa bulut toplandı, yağmur vermeden dağıldı. Neden?” sorusunu cevaplarken Bediüzzaman şu inceliği hatırlatıyor:

Gerçi yağmur namazının zahir neticesi yağmurun gelmesidir, fakat asıl hakikî, en menfaatli neticesi ve en güzel ve tatlı meyvesi şudur ki: Herkes o vaziyetle anlar ki, onun tayinini veren, babası, hanesi, dükkânı değil; belki onun tayinini ve yemeğini veren, koca bulutları sünger gibi ve zemin yüzünü bir tarla gibi tasarrufunda bulunduran bir Zât, onu besliyor, rızkını veriyor. Hattâ en küçücük bir çocuk da -daima aç olduğu vakit vâlidesine yalvarmağa alışmışken- o yağmur duâsında küçücük fikrinde büyük ve geniş bu manayı anlar ki: Bu dünyayı bir hane gibi idare eden bir zât; hem beni, hem bu çocukları, hem vâlidelerimizi besliyor, rızıklarını veriyor. O vermese, başkalarının faidesi olmaz. Öyle ise ona yalvarmalıyız der, tam imanlı bir çocuk olur. (Emirdağ-1)

Yani anne babanın başta gelen bir vazifesi şu terbiyeyi vermektir: “Rızık devletten ya da dükkândan gelmiyor, Rezzak olan Rahmân’ın hazinesinden geliyor” Yoksa devletten ya da piyasadan şikâyet eden ebeveynin çocuğu ya devlet ya da sermaye düşmanı olacaktır. Bunun için Bediüzzaman “istiğna” düsturunu ifade ediyor. Bir kısım yetenekleri (talebelerini) de böyle tarif ediyor: Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlâs ve sadâkat ve tesanüd sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar. (Emirdağ-1)

Burada bir ölçüde maddeten terakkinin gereği ve lüzumudur. Eğitim san’at marifet hem başlangıcında hem de sonuçlarında bir yönden de ekonomidir. Hadiste buyurulduğu üzere; kuşlar uçarlar ki, nerede ne bulacaklarını bilmezler. Ama hep tok dönerler. 2018 yılını “kuş yılı” ilân eden Jonathan Franzen’in dediği de buna benziyor; sebebi sadece çevreye katkıları değil. Ruhumuza yaptıkları katkılar da var.

Okunma Sayısı: 4991
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı