"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Her şey bir emir tahtında hareket ediyor

Caner KUTLU
09 Kasım 2017, Perşembe
Emek ve İttihad -11-

Her şey merkezdedir (doğrusu “merkezindedir”), her şey içinden merkez üretilebilir ya da Hawking’in meşhur “tekillik”leri gibi, üretilir ve hiçbir şey -ışık bile- bundan kaçamaz ya da yoğunluk sonsuzluğa kadar sürebilir. (Tekillik, dev bir yıldızın hayal edilemeyecek kadar küçük bir noktaya sıkıştırılması sonucu ortaya çıkan şeydir; dolayısıyla bu, bütün kâinatın bir başlangıç noktası olduğu fikrini de gündeme getirir.) Enerji’nin (termodinamik) de tekilliği üretmekteki merkez konumu ise hem hayatın hem de bağlantılı pek çok konumun sosyal, ekonomi ve siyaset gibi alanlarda yayılması şekliyle “emek ve ittihad” kavramlarının da önemli dinamiklerini tesbit edecektir. Modernizm hayatın kaynağını enerji olarak gördüğünde, merkezde, ekonomi de toplum da enerjinin ürettiği değerler olarak kabul ediliyor. 

Bediüzzaman diyor ki: “En güvendiğin salâbet ve hararet dahi, emir tahtında hareket ediyorlar.” (Sözler) Bu sınırsız ve mutlak bir kaynağı gerektiriyor. O halde insan ve iktisad anlayışları bu merkezde gelişiyor. Bu anlayış yeni ekonomi ve toplum üzerinde Üstad’ın tesbitlerini yeşertiyor. 

Bu gibi tesbitler yapılırken “değer çoğulculuğu”nun “rölativizm”den farklı olduğunun da altı çizilmelidir, diyor Hanioğlu, ki haklı: “Mega söylemlere sahip “dâvâ”ları siyaset olarak kavramsallaştıran bu kutuplar, kutsadıkları (gelenek-Aydınlanma) dışındaki “değer”lerin “iyi” ve “toplumsal yarar”ın belirlenmesinde kullanılmasını şiddetle reddetmekte, çoğulculuğa “farklı, ama birbirine üstünlük kurmayan, eşit değerler”in rekabet edebilmesi değil “sözde değerler”e tahammül etme, onları yasaklamama olarak yaklaşmaktadır. Bu ise son derece güçlü bir “tekçilik”in kendisini yeniden üretmesinin zeminini hazırlamaktadır. Siyasetimizin iki kutbu olan “devletçi modernleşmecilik” ve “kalkınmacı muhafazakârlık”ın “değer çoğulculuğu” ile bağdaştırılması mümkün olmayan “tekçi” tasavvurlara sahip olması ve toplumu kendi değerleri çerçevesinde dönüştürmeyi hedeflemeleri “çoğulculuk”un “diğerlerinin varlığını hoşgörmek”e indirgenmesine yol açmaktadır.” 

Bediüzzaman kâinata ve insana “vâhidiyet içinde ehadiyet sırrı”nın açılması olarak baktığı için bu bağlamda dediği de şöyle: “Herkesin bir fikri var. İşte sulh-u umumî, aff-ı umumî ve ref’-i imtiyaz lâzım. Tâ ki biri bir imtiyaz ile, başkasına haşerat nazarıyla bakmakla nifak çıkmasın.” (Tarihçe-i Hayat)

Bediüzzaman’ın “hudûs hakikati kâinatı istilâ etmiştir” şeklindeki ifadesinin bir parçası da burada geçerlidir. Sosyal hayat da böyle tartışmaların gölgesinde yaşanır elbette... Siyaset oyunları da zihin oyunlarının parçasıdır şüphesiz. 

Eşitliğin ortadan kaybolması ve dengelerin bozulması ile yeniden tesisi ve yeni dengelerin kurulmasını haber verir. 

Bu aşamada popülizm bir işlev görebilir mi? Popülizmin asıl tanımı Latin kökenlerine daha yakındır: Sisteme karşı sıradan insanı savunmak. Yoz, ülke ruhuna yabancı bir elit tarafından el konmuş iktidara karşı, halkı, halkın iktidarını temsil etmek. 

Ali Bayramoğlu’na göre:

Popülist siyasetin toplumu zengin-yoksul, halk-seçkin gibi kutuplara bölmesinde olduğu gibi, kutuplaşma kimliklere, sınıflara, özlere değil, ittifaklarla talep ve çıkar ortaklıklarına dayandığı oranda halk özne haline gelecek ve demokratik dinamikler harekete geçecekti. Popülizm bu tanımı ve anlamıyla Avrupa’da ise sol siyasetçiler ve entelektüeller arasında artan bir ilgi görüyor.

Sıradan insan tanımını ve halk kurgusunu, etnik, dinî ve ayrımcı çerçevede yapan, mağduriyet-sokaktaki adam ilişkisini bu çerçevede kuran eğilimlere sağ popülizm deniyor. Sağ popülizm halkın, başka kültürler karşısında tepki hissini körükleyen, alttan gelen bir ari bir yerlilik fikri üzerine oturan, bu istikamette bir ittifakın siyasetini yapan bir bakış. Bu eğilimler önemli ölçüde küreselleşmenin kimi kesimlerde ürettiği hayal kırıklıklarından, endişelerden, kültürler arası sert kültür karşılaşmalarından besleniyorlar. Nitekim İslamofobi, AB karşıtlığı, etnik vatandaş hassasiyeti, millî değerler ve dokuya dönüş söylemi gibi özellikler...  

Bernard Shaw ise: Güzellik, namus, ahlâk, san’at, vatanperverlik, din ve cesaret, bugün anlaşıldıkları mânâda, ben ve benden başka herkes tarafından bir eldiven gibi içi dışına çıkartılabilecek kuru lâflardan ibarettir, görüşündeydi... (Burada din olarak anlaşılan artık bir kültüre dönüşmüş Hıristiyanlık gibi dinler olsa gerek.) O’na göre, bunlar bir şeye yararlarsa o da bu lâflara kulak asacak kadar boş kafalı barbarları kabule yarardı. Yahut zavallı medeni fukaraların, hâkim sınıf tarafından soyulup soğana çevrilmelerine yarar. İşte bu, hâkim sınıfın aile sırrıdır, demişti. Yani modern Batı için (‘romanvari nazar’ der buna Üstad Bediüzzaman) her şey birer giyilip çıkarılabilir eldiven gibidir artık. Bu yüzden Bediüzzaman bir Paris-Nurşin karşılaştırması yapar: “Eğer istersen hayalinle Nurşin karyesindeki Seyda’nın meclisine git bak: Orada fukara kıyafetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melaikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin. Sonra Paris’e git ve en büyük localarına gir, göreceksin ki, akrepler insan libası giymişler ve ifritler adam suretini almışlar ilâ âhir.” (Mesnevî-i Nuriye) Çünkü İslâm ruhtur ve tendir. 

Şeriat’ı Kur’ân bünyesinin derisi veya cildine benzetmekle... diyor Üstad: 

Bir insan tek başına... “Ne muîni var ve ne yardım edeni; ne saltanatı var ve ne definesi. Meydana çıkmış, bütün dünyaya karşı mübareze ediyor. Ve umum insanlara hücum etmeye hazırlanmıştır. Ve omuzlarına Küre-i Arz’dan daha büyük bir hakikat almıştır. Elinde de insanların saadetini temin eden bir şeriat tutmuştur ki, libasa benzemiyor; cild ve deri gibi yapışık olup, istidad-ı beşerin inkişafı nisbetinde tevessü’ ve inkişaf etmekle, saadet-i dâreyni intac ve nev’-i beşerin ahvalini tanzim eder. O şeriatın kanunları, kaideleri nereden gelmiş ve nereye kadar devam eder gider diye sorulduğu zaman, yine o şeriat, lisan-ı i’cazıyla cevaben diyecektir ki: Biz Kelâm-ı Ezelî’den ayrıldık, nev’-i beşerin fikriyle beraber ebede kadar devam edip gideceğiz. Fakat nev’i beşer dünyadan kat’ı alâka ettikten sonra, biz de sureten teklif cihetiyle insanlardan ayrılacağız, fakat maneviyatımız ve esrarımızla nev’i beşerin arkadaşlığına devam edip, onların ruhlarını gıdalandırarak, onlara delil olmaktan ayrılmayacağız.”

(İşaratü’l İ’caz)  

Okunma Sayısı: 3678
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Abdullah TUNÇ

    9.11.2017 21:21:49

    Şeriat kanun ve kaideleri ;Fakat nevi beşer dünyadan kat'ı alaka ettikten sonra, biz sureten teklif cihetiyle insanlardan ayrılacağız,fakat maneviyatımız ve esrarımızla nev-i beşerin arkadaşlığına,devam edip onların ruhlarını gıdalandırarak, onlara delil olmaktan ayrılmayacağız.'' Allahım,Ya Rabbi,Bu nasıl maneviyat,bu nasıl bir esrar? Bu nasıl gıdalandırma,bu nasıl delil olma...Bu nasıl bir keşif? Bu söylenilenlerin esrarı, inceliği,derinliği,muamması,atomun,hücrenin,esir maddesinin derinliklerinden daha derin,daha ince,daha esrarlıdır. Kanaatıma göre mevcüt ilimlerin ölçüleriyle,ebedi hayata dair bu işaret edilen esrarın anlaşılması mümkün değildir.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı