"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İman, yenilenmeyi, tasdiki ve ispatlarla yakîne ait tecrübeleri istiyor

Caner KUTLU
22 Kasım 2018, Perşembe
İspat başka iz’an başkadır. Uygulama bir ‘başka’dır. Şüphesiz uygulama, içindeki idealizmi taşımalıdır.

Akıl paradigma yanında sezgisel yaklaşım his ve duygular ile yakîne ulaşacak kişisel yükselişleri gerektirir. “Çünki hem tahayyül, hem tevehhüm, hem tasavvur, hem tefekkür; tasdik-ı aklîden ve iz’an-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar.” (Sözler) Elbette bir de şu vardır: “İlimde iz’an-ı kalb olmazsa, cehildir. İltizam başka, itikad başkadır.” (Hutbe-i Şamiye)

“İman, bir hüsn-ü münezzeh ve mücerreddir.” (Lem’alar) derken Bediüzzaman bu boyutta tümden “paradigma”nın iflâsını da ifade ediyordu. Elbette bir yere kadar belli sınırlarda farklı paradigmalar yol aldırır; ancak arada “bırakmayı” da bilmek lâzımdır. Elbiseler eskidiği gibi, inançlar, kabuller, fikirler, yöntemler, gereçler ve aktörler de eskir. Bilim ve fen paradigmaya ihtiyaç duyar; san’at ve fikir sezgisel ve manevî yaklaşımları (yakîn gibi) zorunlu kılar. Paradigma zihinleri mahkûm etmemeli, “inançlar gözleri kör etmemeli”dir. Bunun için İslâmın dinamizmini ayakta tutan, “kitap, sünnet, kıyas ve icma”, dört temel direği vardır. Bunlar sürekli ve mükemmel zihin aktiviteleri ve aktivistleri üreten bitmeyen kaynaklardır. Mezhep imamları gibi benzersiz dehaları (Bediüzzaman bunlara “hüdâ” der) yetiştiren sistematiği müthiş bir açık zihin örnekliğidir. Bu zamanda belki bin yıldır süren bir durgunluk ardından Bediüzzaman bu karakteri tekrar ortaya çıkarmıştır. Bu, belki de asrın en güzel teorisidir. Modern bilim doğası gereği; sorgulamayı, şüpheciliği ve kendini dahi yanlışlayabilmeyi gerektirir. İman ise yenilenmeyi, tasdiki ve ispatlarla yakîne ait tecrübeleri istiyor. İkisinin imtizacından araştırma, geliştirme, yükseltme ve kemâlata ait marifet basamaklarında yakîne mazhariyetin neticelerini verebilir. Yanına gelen lise talebelerinin “muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar” demeleri “bir paradigmanın” iflâsını gösteriyordu. Bediüzzaman’ın cevabında doğrudan “fenleri dinleyiniz, muallimleri değil!” demesi de onları açık zihinlerin imanın her türden sınırlama ve sınıflamalardan arındırılmış olan “münezzeh ve mücerred” marifet alanına dâvet etmesiydi. Bu tarihe yeni bir tohum atmak demekti.

Fikret Başkaya’nın Paradigmanın İflâsı’nda dediği gibi “hiçbir kültür bütünüyle geri olamaz”. Şunu söylüyor: “Kültür çok uzun bir geçmişin ürünüdür. Mekanik anlayışla kültür ithal etmek, bir tüketim malı ithalinde olduğu gibi kültür ithal etmek, bilimsel değildir. Bizim aklı evvellerimiz (resmî ideoloji üreticileri) zaten kültürün Arap ve Fars karması, melez bir kültür olduğunu ve Türk kültürünün baskı altında tutulduğunu, dolayısıyla bu kültürden radikal bir kopuşun ileri bir adım olduğunu ısrarla ileri sürüyorlar. Osmanlı kültüründen radikal bir kopuşla “boşalan yerin” nasıl doldurulacağı sorusuna ise inandırıcı cevap veremezler. Ama “Güneş Dil Teorisi” gibi gariplikler üretmelerine ne demeli? “Tarih tezi” gibi saçmalıklar üretmekle mi boşluk doldurulacaktı? Elbette bunun, kendine dönmek, benliğe dönmek olduğu ileri sürülüyor. Doğu İslâm kültüründen radikal kopuş “milliyetçilik” sayılırsa, kendini emperyalist kültürün kucağına atmak ne olur? Boşluğun Batı burjuva kültürüyle doldurulmasa olmaz mı? Bu bağlamda ani bir kararla, Arap harflerinin atılarak yerine Latin harflerinin alınması talihsizlik olmuştur. Genç nesiller, yüzyıllardır birikip gelen kültür mirasının dışına atılmışlardır.”

Artık iki yüzyıldır dayatılan (asrîleşme, muasırlaşma, Batılılaşma, çağdaşlaşma, kalkınma, çağ atlama) ve her seferinde yeni bir şeymiş gibi sunulan paradigmanın iflâs ettiğini kabullenmeliyiz. Bir şeyi daha kabullenmeliyiz ki, söz konusu paradigmanın dışına çıkmadıkça gerçekten eşitlikçi, demokratik, gönençli, kendi ayakları üzerinde durabilen bir toplumsal düzen oluşturmamız mümkün olmayacaktır, diyen, Başkaya’ya göre çıkış için, bir sorunu üreten yöntemler, araçlar ve aktörlerden hâlâ çözüm beklemek abestir ve bir şeyi olmadığı yerde aramaktır. Artık verili zemin üzerinde sorunları çözme imkânı yok. Perspektifi ve paradigmayı değiştirebilmek için “sayın seyircilik”ten kurtulmak gerekiyor. Bunun için de tabiî ideolojik kölelikten kurtulmak gerekiyor.

Bediüzzaman’ın “boşlukları dolduracak” cevabı üzerinden giderek de pek çok yeni paradigmalar üretilebilir. Bunlar  müzkereye ve uygulamaya açılabilir; yenilerine kapı olabilir. 

Kurumsal üslûp; şahsın ve kurum karakterinin görünürlüğüdür. Dikkat ve odaklanmak, anlaşılması zor olan manaları ortaya çıkarır. Manaları ifade eden üslûp o kelimelerin elbisesidir. Üslûp bazen kendi tarzını ortaya çıkarır ve güncel modaya uymayabilir.

Son olarak, eğitim metodları (gereçleri): Temsil metodu (Anoloji)-Drama Metodu, Geleceğe yönelik hayal metodu, Bilinmeyeni bilinen ile karşılaştırma metodu, İkna metodu, Soru cevap yöntemi- Münâzara metodu, Öğrenmeye hazırlamak, İhtiyaca uygun sunum tekniği, Tetkik metodu, Seviyeleme metodu, Mânâ bilimi, Araştırma ve proje metodu, Müdavele-i efkâr (fikir alış verişi) metodu, Tekrar metodu ve Meraklandırma metodu.

Etiketler: Risale-i Nur
Okunma Sayısı: 2207
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı