"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İnanç mes’elesi -1-

Caner KUTLU
02 Mart 2017, Perşembe
“Hakikat sonrası” diye adlandırılan “yeni politik söylemi içeren” dönem bazı insanları fazlaca umutsuzluğa sürüklemişe benziyor. Bu umutsuzluğu hem bir farkındalık, hem de bir kararsızlık olarak görmek mi gerekiyor?

Durumun insanları fazlaca edilgen yaptığını düşünenlerden biri, Haydar Ergülen, yazısında: “İnanmak, inandırıcı olmak diye bir sorun yok artık. Aslolan birinin sizi inandırması, inandırılmak” diyordu. 

Yani: “Kendi varlığını algılayamayan, gerçekliğinin farkına varamayan çoğunluğa bu bir ‘inanç boşluğu’ biçiminde tercüme edildi ya da onun en kolay kavrayabileceği haliyle, inanca dair bir boşluk olarak sunuldu. Bir hayal gibi, bir gölge gibi, var-yok, olsa da olur olmasa da herhangi bir canlı gibi görüyordu insan kendini. Şimdi boşluk diye bir şey kalmadı. İnsan kendisine inanmıyor, inandırılıyor çünkü. 

İnanamayacağı kadar inandırılıyor üstelik” diyor; sonuçta şöyle bağlıyordu: Kendine inanmasan da olur, birbirinize inanıyorsunuz ya bu yeter, olmazsa inandırılırsınız!”

Gerçekten yeni dönem bunu mu demek istiyor?

Cemil Meriç’in bahsettiği lânet çemberi genişliyor mu, yoksa bu yeniden bir dirilişi mi müjdeliyor? İnançlar nasıl biçim ve form kazanacak sorusu mudur ikilemleri çözecek? İnanmak ve inandırmak inancı gösteren ikili, hem de iki ayrı yüzü... Peki mü’minler nasıl inanabilir ya da inandırabilir?

Aldatılmanın iki yüzü vardı: Aldanmak ve aldatmak... 

İnancın da iki yüzü var: İnanmak ve inandırmak...

İnsan dünyaya geldiği andan itibaren bu çemberdedir. Aldatılmak (aldanmak ve aldatmak) ile inançlar (inanmak ve inandırmak) arasında insan “seferinde” pek çok kez karşılaşır. İbrahim Peygamber’in (as) yaşadığı tecrübeler de buna benzerdir. Neticede, “Üzerine gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü,” işte Rabbim!” dedi. Yıldız batınca da,  “Ben öyle batanları sevmem” dedi. (En’am/76) Günümüzün inanç durakları daha çok insanın kendi ürettikleri: Para, statü, politika..

İnsan hem inanmak hem de inandırmak arzusuyla kuşanmıştır. Dün inandığına insan, bugün tekrar inanmak ister. Dünkü inandığını bugün tekrar görmezse insan inancını sorgulamaya, zamanla kaybetmeye başlayabilir.

Sonra içindeki inanmak isteğini etrafa savurur, bir taşa, güneşe, aşka, kişiye, suya, işe, fikre, paraya, lidere, ataya, yere, göğe, zamana, asra, sonrasına, öncesine, kendisine.. Her an, her şeye inanmak ister, inancını kaybetmekten korkar, inanamamaktan, inandığını zannetmekten, inancının kullanılmasından, bir gün tükenmesinden, başkalarının eline geçmesinden, inanamamaktan korkar.

Korku, aslında inanmamanın kokusudur. Cesaret, inanmanın kokusudur. Boşluk, bir an ya inanma ya da inanmama vardır. İnancını bir anda kaybeder, bir anda kazanırsın.

İnanmanın davranış hali güvendir, inanmamanın davranışı güvensizliktir. Anarşi, inanma ve inanmama arasındaki aşırı düzensizliğin getirdiği bir bozulmadır. ‘An’lar arasındaki karmaşa.. Buna inancın kriz hali denilebilir. Bir anlık inanç kaybı, o anın kaybıdır; takılıp kalanlar içinse hayatın kaybıdır.

En zoru ise inandırmaktır. Her an yeniden vermektir, her an yeniden ortaya çıkmaktır. Güneşin batışı, güneşe inancı kaybettirir, ayın gelişi, sonra gidişi her bir Ay’a inancı azaltır (Dünya bile “yalancı”dır bizce), oysa yeniden gelecektir ve görünecektir, çünkü hep gitmiştir ve gelmiştir, gittiği yer bellidir, geleceği an bellidir, yeniden yerini belli eder, her an yerini belli eder, yine de gider ve gelemeyebilir. İnandırmak, sonsuz muhtemel arasında muhtemelsiz olabilmek gibidir.

Bir insanın en büyük zorluğu, çıkmazı ve belki de en büyük cür’eti kendine inandırmaktır. İnsan zavallıdır, eksiktir, dikkatsizdir, yenilenmesi zordur, yenilemesi zordur, zor gelişir, her söylediğini yapması, her yaptığını söylemesi güçtür, güç elinde değildir, derman kendinden değildir. Uyur, anı kaybeder, yorulur hareketsiz kalır; bir insan için en kötü tercih başkasına inanmaya çalışmaksa, daha da kötüsü bir de kendine inandırmaya çalışmaktır.

Diğer taraftan, belki de en zoru bir mü’mini inandırmaktır. Çünkü iman gibi bütün başka inanç ve bağlardan soyutlanmış bir arılık “hüsnü-münezzeh” ve bir “hüsn-ü mücerred”le teçhiz edilmiş bir dimağdır. Çünkü “Marifet-i Sâni” neticesi sürekli inanmak isteyen kulun kendini sürekli inandırmak isteyen Sâni’i vardır. Sâni isimleriyle tecellileri ve fiilleri ile sürekli cismaniyeti çoğaltmaktadır. 

O kadar ki, şöyle der Üstad Bediüzzaman:

Hattâ insanın cismanî midesini memnun etmek için, o midenin hal diliyle bekasına dair duâsını kemal-i ehemmiyetle dinleyip kabul ederek fiilen cevab vermek için, hadsiz ve hesabsız ve yüzbinler tarzlarda ve binler çeşit çeşit lezzetlerde gayet san’atlı taamları ve gayet kıymetli nimetleri cismaniyete ihzar etmek, bedahetle ve şeksiz gösterir ki; dâr-ı âhirette Cennet’in en çok ve en mütenevvi’ lezzetleri cismanîdir. Ve saadet-i ebediyenin en ehemmiyetli ve herkesin istediği ve ünsiyet ettiği nimetleri cismanîdir.

Evet, böyle bir iman ve ispat zenginliği yaşayan bir mü’mini inandırmak kolay mıdır? Cennet vaadi almış bir mü’min karşısında başka hangi söz ve fiil durabilir ki? Feraset, akl-ı selim, akıllı vicdan ve kalpten seyir yetenekleri ile teçhiz edilmiş bir mü’minin zihin sürecinden geçmek için..

Bediüzzaman “dimağda meratip var” diyerek bir sıralama yapıyor:

“Dimağda meratib-i ilim muhtelifedir, mültebise Dimağda meratib var; birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif. Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir, Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor, sonra iz’an oluyor, sonra gelir iltizam, sonra itikad gelir.

İtikadın başkadır, iltizamın başkadır. Herbirinden çıkar bir halet: Salâbet itikaddan,

Taassub iltizamdan, imtisal iz’andan, tasdikten iltizam, taakkulde bîtaraf, bîbehre tasavvurda.

Tahayyülde safsata hasıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir. Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde

Safi olan zihinleri cerhdir, hem idlâli.” (Sözler)

İşte sadece bir midenin karşılığı çoğalan cismaniyetin dimağdaki meratip neticesi çıkan sonuç:

Acaba hiçbir cihet-i ihtimali ve imkânı var mı ki; bu âdi midenin hal diliyle beka duâsını kabul edip nihayetsiz mu’cizatlı maddî taamlar ile onu minnetdar ederek, her vakit tesadüfsüz, kasdî olarak fiilen cevab veren bir Kadîr-i Rahîm, bir Alîm-i Kerim, kâinatın en ehemmiyetli neticesi ve arzın halifesi ve o Hâlık’ın güzidesi ve perestişkârı olan nev’-i insanın insaniyet mide-i kübrası ile küllî ve yüksek ve daima arzu ettiği ve ünsiyet ettiği ve fıtraten istediği cismanî lezzetleri, dâr-ı bekada verilmesine dair hadsiz umumî duâları kabul olmasın ve haşr-i cismanî ile fiilen cevab verilmesin; onu ebedî minnetdar etmesin. Âdeta sineğin sesini işitsin, gök gürültüsünü işitmesin. Ve âdi bir neferin kemal-i ehemmiyetle techizatına baksın; orduya hiç bakmasın, ehemmiyet vermesin. Bu yüz derece muhal ve bâtıldır.

Evet (ve fihe me teştehihi’l enfüsü ve telezzül a’yün) âyetinin sarahat-ı kat’iyyesiyle: İnsan, en ziyade ünsiyet ettiği ve dünyada nümunesini tatmış olduğu cismanî lezzetleri Cennet’e lâyık bir tarzda görecek, tadacak. Ve lisan, göz ve kulak gibi a’zâların ettikleri hâlis şükürler ve hususî ibadetlerin mükâfatları, o uzuvlara mahsus cismanî lezzetler ile verilecektir. Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan o derece cismanî lezzetleri sarih bir surette beyan eder ki, başka teviller ile mana-yı zahirîyi kabul etmemek, imkân haricindedir.

(Asa-yı Musa) 

Okunma Sayısı: 2333
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı