"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İttihad-ı İslâm medeniyetin gereğidir

Caner KUTLU
16 Kasım 2017, Perşembe
BBC Earth kanalında Moğol dağlarında buz tutmuş gölde balık avlamak suretiyle yaşayan bir misyoner ve ailesi konu ediliyordu.

Moğol kültürü ile kendini barışık yaparak onlara misyonunu aktarmayı denemektedir. Burada asıl mevzu Hıristiyan kültürünü evrensel kültür olarak üretmekten ibarettir ki “misyon” budur. Meselâ; söz konusu misyoner ailesinin bir üyesi attan düşerek ağır yaralanmış ve tedavi masrafları bağlı bulunduğu kilise takipçilerinin topladıkları para ile karşılanmıştır. Buna rağmen aile geri dönmeyi düşünmemektedir. Burada açıkça bir fedakârlık görülüyor değil mi?

Diğer taraftan Karl Marx meşhur Das Kapital’inde; özgür bilimsel araştırma, ekonomi politik alanında, sadece diğer alanlarda da karşılaşılan düşmanlarla karşı karşıya gelmekle kalmaz. Ele aldığı malzemenin kendine özgü yapısı, insanın bağrındaki en azgın, en bayağı ve en tiksinti verici tutkuları, yani özel çıkarın Furie’lerini (intikam tanrıçaları) ona karşı savaş alanına çağırır, diyordu. 

Örnek olarak: İngiliz Yüksek Kilisesi,  benimsediği 39 iman şartına 38’ine yöneltilen bir saldırıyı, parasal gelirinin 1/39’una yönelik saldırıya göre daha kolay affeder. Günümüzde, bizzat ateizm, devralınmış mülkiyet ilişkilerinin eleştirisiyle karşılaştırıldığında, bir culpa levis’tir (küçük günah). (Marx bunu 1867’de Londra’da söyler. Burada kilise ile Yahudilik çatışması gibi farklı mülâhazalardan ayrı sadece sözün genel anlamını düşünmek gerekir.) 

Söz konusu ekonomi ve politika olduğunda çatışmalar ve ayrılıklar yer ediyordu. Aşağıdakiler ve yukarıdakiler, filler ve çimenler... Hıristiyanlık bütün bu hercü merc içinde değerlerini bir anda verebilir ve böylece gücünü koruyabilir bir hale gelmişti. Kapitalizm bu yüzden içine girip rahatça yer alabildi. Din olgusu ise günümüze değin daha çok “misyoner romantizmi”ne emanet edildi. Ki meselâ, Çin bu kültürel misyonlara tepki göstermişti; Bediüzzaman’ın ifadesi ile “ifrat etti, komünist oldu”.

Abdülhamid döneminde de Afrika çöllerinden Hindistan ve Japonya’ya hatta yeni Amerika’ya kadar pek çok yere görevliler gönderilmiş, bunlar önemli bilgi ve hatıralarla dönmüşlerdi. Hatta Japonya İmparatoru İslâm dinini öğretecek hocalar istemişti. 

Burada Cemaleddin Afganî’nin cevabı enteresandır:  “Japonya İmparatoru Meiji’nin (saltanatı: 23 Ekim 1868 - 30 Temmuz 1912) Osmanlı Sultanı Abdülhamid’den talebi idi. Japonya’ya, Japonlara İslâm’ı anlatıp öğretecek âlimler göndermesini istiyordu. Sultan Abdülhamid Seyyid Cemaleddin Afgani ile istişare eder. 

Afgani şöyle der: Ey sultan hazretleri, eğer Japonya’ya bu âlimlerden birilerini gönderirsen bunlar ancak Japonları İslâm’dan uzaklaştırırlar. En iyisi ona güzel bir hediye gönder ve uzman âlimler yetiştir, sonra o âlimleri Japonya’ya gönderirsin.”

Bu sorun günümüze gelen süreçte de devam etmiş ve bu tür çabalar tam netice alamamıştır. Afgani haklıydı. Çünkü, sizin bir medeniyet tasavvurunuz yoksa misyonunuz da olamıyor. Güvenciniz de. Bunu anlatacak insanlarınız, “ef’alimizle izhar etsek” kaygısındaki “doğru adam”larınız olması gerekiyor. Aksi halde başka misyonların parçası haline gelebiliyor. Burada kritik nokta, dinin veya dini “izhâr edenler”in medeniyet unsurlarıyla karşılaşmalarında ortaya çıkıyor. Yani, Moğol dağlarında ya da Medrese duvarları arasında “gösterilen”lerin medeniyet caddelerindeki “tezahürler”i arasındaki benzerlik veya benzeyişlerdir. Ya da ayrılık veya aykırılıklar; ayrılmalar veya ayrışmalar...

İslâm şeriatının gelmesi ile medeniyette çığır açtığı dönemlerde bazen bir kişi Hint, Çin gibi medenî memleketlere yol gösterici, kimileri Avrupa medeniyetine Üstad oluyorlardı. Asya steplerinde, Afrika’da Mali gibi yerlerde baştan dünyanın en ihtişamlı devletlerini kuruyorlardı. (Bediüzzaman’ın da benzer idealini ifade edip “Şu Akdamar Adası’nda 50 talebe (ya da 100) yetiştirsem dünyanın fethine çıkabilirim” dediği söylenir) Bunun sırrı “sohbet-i Nebevî” denen “bir kişinin” ve “tek başına” kurduğu (ve Ehl-i Beyt’ine emanet ettiği) hakikat “devleti”ydi (saltanat-ı mâneviye). Bu “devlet” her mü’minin başındadır. 

Bediüzzaman da bunu dile getirir: “Şu Cihan Harbi’nden daha mühim bir mesele...”dir. Hizmet ve himmet budur. Bunun da “motoru” şevktir. Esası “ihlâs ve samimiyet”tir. Her mü’minin kalp ve ruhunda ebedîyete kök salmış bir şeriat ile inşa edilmiştir. 

“... Şimdiye kadar, Cenâb-ı Hakk’a şükür, hediyeleri kabul etmeğe mecbur olmadım ve şu zamanda ehl-i ilmin bir sebeb-i sukutu olan tama’a girmeye ihtiyar benden selbedildi.” (Barla Lâhikası) Bediüzzaman, Marx’ın aksine doğru din ve dinin doğruluklarının izhârı vazifesinde zamanın mühim hastalığından uzak durarak başlamanın mümkün olduğunu ifade ediyordu. Bu aynı zamanda evrensel bir yaklaşımdır. Sınıflar arası ilişkilerde sosyal ve ekonomi düşüncesinde de merkez kabul edilebilecek bir başlangıç noktası olabilir. Daha sonra üzerine “köprüler” inşa edilebilecek bir yolu başlatabilir.

Şunu kabul etmek gerekir: Kollektif çalışma yeteneği ve ittifaklar bulabilmek (emek-sermaye-kapital) medeniyetin gerektirdiği bir şeydir, Müslümanlar için de cemaatler şeklinde ve fakat bunun ittihad-ı İslâm ideali etrafında çevrelenmesi şarttır. Her yeteneğin bunu bilerek ve çalışarak ilerlemesi mümkündür. Yoksa her şey şahıs hesabına geçer. Bu o kadar önemlidir ki aksi neticesizlik ile cezalandırılır. Bediüzzaman, kolektif iş yapmayı ihlâsın bir unsuru olarak görüyor. Zekat bunun sosyal ve ekonomik karşılıklarının toplandığı bir “havuz”dur. Sadaka, karz-ı hasen gibi tamamlayıcı mekanizmaları ile büyük bir makinedir. Zaman cemaat zamanıdır, ferdin ferde köprüler atması ile mümkün bir işlevi gerektirir. 

Üstad’ın şu tesbiti rehberdir: “Namaz dinin direği ve kıvamı olduğu gibi, zekât da İslâmın kantarası, yani köprüsüdür. Demek birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden İlâhî iki esastırlar. Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır.”

Okunma Sayısı: 2497
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı