"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Mi’rac ile hakikate giden bütün yollar bilinmiştir

Caner KUTLU
26 Ekim 2017, Perşembe
Evrenselleşmek, medenîleşmek, cemaatleşmek -10

Bediüzzaman ve Risale-i Nur’un hatt-ı vasat üzerinde “cadde-i kübra-i Kur’âniye”de yol alması her unsuru bu zemin ve vasata çekip biçim ve form kazandıracak karakteri ile hem ittihad-ı İslâm’ı hem de yeni medeniyeti üretecek evrensel yaklaşımları yeniden ortaya çıkaracak olmasının tereddütsüz ifadesi mümkün... İfrat ve tefrit, her türden aşırıcılık veya etkisizleşmeye karşı, ilâçları hazırlamak. Bunun içinde incelikli dil ve hakikat ilişkilerinin gereğini söylemeyi zorunlu kılar. 

Yoksa şu inceliği de kabul etmek lâzım: Müslüman için yol bellidir, yani bilinmeyen yollar arayışı yoktur. Çünkü bilinmeyen yol yoktur. (Mi’rac ile) hakikate giden bütün yollar bilinmiştir. Müslüman hangisine isterse girebilir, çünkü yolların sonu da (Nebevî tecrübe ile) bilinmiştir. 

Risale-i Nur’un mesleği olan “hakikat mesleği” akıl ile kalp füzyonunu gerçekleştirmek şekliyle meyveler verir. Diğer yollar, özellikle tarikat mesleklerindeki güzellikleri ise kalbin aklın yerine daha ziyade hayal ile (ki rabıtanın usûlü) yol almaktır. 

Bediüzzaman’a göre hayalin akla göre durumu şöyledir:  “Ve keza insanın elindeki ihtiyar pek dardır. Havâssının en genişi hayal olduğu halde, o hayal akıl ve aklın semerelerini ihata edemez. Bunları, bu kadar büyük iken, nasıl daire-i ihtiyarına idhal edip, onlarla iftihar ediyorsun?” (Mesnevî-i Nuriye)  Buradan şunu da anlıyoruz ki; hayal şahsî, akıl evrensel sonuçlara odaklı işliyor. Dolayısıyla Bediüzzaman’ın İmam-ı Ali’den (ra) aldığı manevî ders ve usûlün acz, fakr ön şartı hem de şefkat ve tefekkür tavrı buradaki evrensel yaklaşımı hazırlayabiliyor. Buradan çıkan neticelerin “boş evrensellik”ten bir diğer farkı aklın kalple mezcidir. Buna Bediüzzaman “hüda” diyor, sadece akılla gidenler “deha” olarak kalıyor. Hüda bilinenle bilinmeyenin imtizacından ortaya çıkan çift kanatlarıdır; talebenin çabası bununla pervaz eder. Elbette hayalle birlikte diğer bütün “anlama ve algılama unsurları” bu sistemin araçları olarak çokça kullanılacaktır. 

Osman Akfırat’ın ‘Erenlerin Kalb Gözü’nde geçtiği üzere; Hz. Ali (ra) kendisinden: “Allah Resûlünün (asm) siz Ehl-i Beyt’ine mahsus olarak bıraktığı bir şey var mıdır?” diye sorulduğunda: Hayır! Allah Resûlünün biz Ehl-i Beyt’e bırakılan özel bir şey yanımızda yoktur. Ancak bu sahifede (yaprakta) olanlar hariçtir”. O sahifede sadece üç Hadis-i Şerif vardı. Bir de dindeki anlayışlı bir kişinin geleceği bahsi vardı. Buhârî’nin şârihi Kastalâni: “Hz. Ali (ra) o sahifedeki dinde anlayışlı kişinin geleceğinden ledûnni ilimleri kasdediyordu” dedi. Binâenaleyh o asırlarda uzun riyâzat ve terbiyeye ihtiyaç yoktu. İlk üç asırda bâtın ilim ancak kalbin nuru, dinin sırları ve anlamasıyla bilinirdi. Halvet ve sülûk, ashab zamanında olmadığı gibi, tâbiin zamanında da bilinen birşey değildir. 

Akfırat, Abbâsi halifesi Me’mun’un zamanında felsefe kitapları Arapça’ya çevrildiğinden, halvete çekilme hâdisesi Müslümanlar arasında çoğaldı, diyor. Bir şekilde taklid ya da tepkinin ürünü olduğundan söz ediyor. 

Bediüzzaman bununla ilgili aynı duruma şöyle işaret ediyor: Hem de vaktâ hikmet-i Yunaniyeyi Müslüman etmek için Me’mun’un asrında tercüme olundu. Fakat pekçok esatîr ve hurafatın menbaından çıkan o hikmet, bir derece müteaffine olduğundan safiye olan efkâr-ı Arabın içlerine tedahül ettiğinden, bir derece efkârları karıştırdığı gibi tahkikten taklide bir yol açtı. (Muhakemat) 

 Burada ortaya çıkan netice zamanla fen ve felsefe ile ulûm-u dinîyenin olduğu gibi, ulûm-u diniye ile halkın arasını açtı. 

Nitekim İmâm-ı Rabbânî buna karşı çıkarak: “Bizim tarikatımız, ashâb-ı kirâmın tarikatı gibi sohbettir. Halktan uzaklaşmakta şöhret vardır. Şöhret ise âfettir,” demiştir. 

Burada, Bediüzzaman’ın zamanın felsefeye karşı tavrı ile:   “Âyâtın delail-i i’cazının miftahı ve esrar-ı belâgatının keşşafı yalnız belâgat-ı Arabiyedir. Felsefe-i Yunaniye değildir.” 

Muhakemat-derken tarihten gelen tozları ve kirleri tesbit ediyordu. Buna karşı tercüme problemleri ile karışık ulûm-u diniye mensupları, karşıtlık olarak türeyen akılsız “sofimeşrep”lerle fen ve felsefedeki “cehl-i mürekkep” türedilerini ayıklamak ve Üstad’ın tabiriyle saykal vurmak “Ehl-i Beyt”i temsil eden İmâm-ı Ali vasıtasıyla olabilir. 

İşte şunu açıkça söylemek gerekir: Bu zamanda bunu tamamıyle temsil eden Risale-i Nur’dan başkası görünmüyor. Tevhid-i efkâr ki, ittihad-ı İslam’ın esasıdır, Risale-i Nur dışında biri “kanun-u esâsi”sini ortaya koyamamıştır.      

“Hem de pek çok ulûm, âdât ve ahval ve vukuatın telkinatıyla teşekkül edebilir. Hem de beşerin nur-u nazarı, müstakbele nüfuz edemez. Müstakbele mahsus olan şeyleri göremez. Hem de beşerin kanunu için bir ömr-ü tabiî vardır. Nefs-i beşer gibi o da inkıta’ eder. Hem de muhit, zaman ve mekânın, nüfusun ahvalinde büyük bir tesiri vardır. Hem de eskide hârikulâde olan şeyler, şimdi âdi sırasına geçebilir. Zira mebadi tekemmül etmişler... Hem de zekâ eğer çendan hârika olsa da, bir fennin tekmiline kâfi değildir.” (Muhakemat)

O halde ne gerekir? Düşüncenin “telâhuk-u efkâr” denilen sıralı gelişimi yani medeniyet üretici düşünce nasıl bir bağlantı yerleri ister? 

Şu açıklama bu mesele için de kullanılabilir olsa gerek: 

Teşarük, maddiyatta eseri azîmleştirir, fevkalâde yapar. Maneviyat ve efkârda âdileştirir, belki çirkinleştirir.

Teavün düsturu bunun tamamen aksidir; maddiyatta cemaate nisbeten pek küçük, fakat yalnız bir şahsa nisbeten büyük eserlere vasıta olur. Maneviyatta ise, eseri hârikulâde derecesine is’ad eder. (Sünûhat) 

Bediüzzaman mektep, medrese, tekke üçlüsünü de bir ortaklık değil karşılıklı yardımlaşma üzerine kurmak istiyor ki, Medresetüz-Zehra talebeleri de ittihad-ı İslâm için zorunlu olan “tevhid-i efkâr”ı sağlayacak bu ideali taşır. 

Okunma Sayısı: 3034
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı