"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Öğretmeni yenen “talebe”-4

Caner KUTLU
04 Mayıs 2017, Perşembe
“Tahsile gitmişler!”

Dediler:

- Şeriat-ı Garra’daki medeniyet nasıldır?

Dedim:

-Şeriat-ı Ahmediye’nin (asm) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki, medeniyet-i hazıranın inkışaından inkişaf edecektir. Onun menfî esasları yerine müsbet esaslar vaz’eder.  (Sünûhat) 

Bediüzzaman’a mesleğini sorduklarında... “Seyahatımda beni tanıyamıyanlar kıyafetime bakıp, beni tacir zannedip derlerdi ki:

- Sen tacir misin?

C- Evet tacirim, hem de kimyagerim.  

S- Nasıl?

C- İki madde var, mezcettiriyorum: Bir tiryak-ı şâfî, bir elektrik-i muzi tevellüd eder.

S- Nerede bulunur?

C- Medeniyet ve fazilet çarşısında; cephesinde insan yazılan ve iki ayak üstünde olan sandık içindeki, üstüne kalb yazılan siyah veya pırlanta gibi parlak olan bir kutudadır.

S- İsimleri nedir?

C- İman, muhabbet, sadâkat, hamiyet.” (Münâzarât)

Afyon Ağır Ceza Hâkiminin benzer sorusunda ise, mesleğini, “iman kurtarmak” olarak adlandıracaktır. 

Bediüzzaman’ın: “Bu müdafaanın ehemmiyetle neşri lâzımdır. Âlem-i İslâm ondan çok istifade edecektir” dediği Mehmet Kayalar’ın Diyarbakır Ağır Ceza’da yaptığı müdafaa mantık kurgusu ile harika bir “dâvâ savunması”dır. “Risale-i Nur nedir?” “Bediüzzaman kimdir?”i tam yerinde açıklamıştır. 

Kayalar, savunmasında, üç temel yaklaşımı ortaya koyuyor:

1. İddianamede «dinin vicdanî ve bâtinî mes’ele» olduğu ifadesine karşı çıkarak, “din; gizli, gözden saklı açılmaz bir kutu içinde müşahede edilmez bir şey gibi” zikredilmesini bariz bir hata olarak görüyor. “Aksine olarak din; zahirdir, aşikârdır, bir içtimaiyat dinidir, medeniyyet dinidir” diyerek, savunmasında bunu ispatlıyor.

2. İddianamedeki aleyhlerindeki suçlamalar karşısında, yerinde bir Bediüzzaman, Risale-i Nur ve Nur Talebesi tanımı yapıyor.

Bediüzzamanı tanımlaması: “Bedîüzzaman, ulûm-u fünunun uçsuz bucaksız vadilerinde sergerdan olan erbab-ı ilme, maksad ve gayelerine ulaşmak için; bir düstur-u küllî, delil-i aklî, mizan-ı ilmî, ve şuur-u ulvîdir..”

Buna göre Risale-i Nur: “Peygamber-i Zîşan Efendimiz (asm) bütün beşeriyete tebliğ ettiği ahkâm-ı İlâhinin mecmuası olan Kur’ân-ı Hakîmin pek ulvî bir tefsiri olarak hakaik-ı Kur’ân’ı, şu asırda beşeriyetin terakki ve tekâmülâtına en uygun bir tarzda, asrın ve ensâl-i âtiyenin fehm-ü idrakine hitap ederek ulûm-u fenniye ile ulûm-u İslâmiye ve îmaniyeyi mezc eden Risale-i Nur yüzotuz küsur cildden ibaret pek müstesna bir eser-i mübarek ve bir tefsir-i Kur’ân’dır.”

Nur Talebesi demek ise: “Kur’ân’ın (bu) tefsirini okuyanlara, Risale-i Nur şakirdi denir. Tıpkı İbn-i Sinan’ın şakirtleri, Aristonun şakirtleri, Mesnevînin Şakirtleri, İmam-ı A’zam’ın şakirtleri denildiği gibi; İmam-ı A’zam’ın şakirtleri nasıl İslâmiyet ve Kur’ân hizmetinde, İmam-ı A’zamın isim ve eserleri üzerinde sa’y etmişler, onun gibi Risale-i Nur şakirtlerinin de ahirete müteallik hizmet-i dinîyeleri odur.”

3. “Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak için dinî takyidattan kurtulmak lâzım geldiği” şeklindeki iddialar (aynı zamanda devletin resmî propagandası!) Kayalar’ın savunmasında, kırk civarındaki dönemin Avrupalı düşünür, yazar ve devlet adamlarının ifadeleriyle çürütülüyor.

Ayrıca, Platon’un, hocası Sokrates’in savunmasını yazması gibi, Mehmet Kayalar’ın 27 Mayıs sonrası Malatya Ağır Ceza’ya verdiği müdafaa da tarihî bir değerdedir. Bu savunma “Kur’ân nedir?”in müthiş bir izahıdır; “riyazi bir ispat” ın şaheser bir örneğidir. ‘Kibre karşı izzeti göstermek sadâkadır’ hükmünü, zor zamanlarda, “cehl-i mürekkep” içindeki felsefeci ve üniversite hocalarına, “müsbet hareket” dersini gösterir şekilde, Kur’ân ilmindeki derinliğini, derinleştikçe ifadelerin zaman ve mekân kayıtlarından sıyrıldığını, Kur’ân harflerinden tarih ilmine açılarak, “gayb aşina” bir nazar’la ilimlerdeki incelikleri bulmakta, hakikatin bilgisine ulaşmaktaki kolaylığını, Risalelerin temel mantık zeminine vukufiyetini göstermiş; ifadenin gücünün, dilin inceliklerinin, şiirin etkileyici coğrafyasında çiçek açtığı büyük bir zekâyı, Bediüzzaman’ın “talebesi”  tarih karşısına çıkarmıştır. 

Kayalar bu savunmasını da yazmakla istemiştir ki: “ tarih yazsın! nesli ati okusun!” 

Ali Ulvi Kurucu’nun, genç yaşta Mısır’da ismini duyduğu Bediüzzaman’ın daha sonra Tarihçe-i Hayatı’nın önsözünü yazmasını anlattığı bölümler de böyledir. (Hatıralar, 3. Cilt Ertuğrul Düzdağ). Bediüzzaman ve Risaleleri’ni asıl bu vesileyle bir çırpıda inceler ve nisbeten dışarıdan bakan biri olarak onu ve eserlerini değerlendirir. Bir hafta gibi bir sürede yazılması planlanan önsöz bir günde neredeyse tashihsiz yazılır ve Üstad tarafından aynen yayınlanır. Buradaki tanımlar ve tanımlamalar Risalelerin ilk uyandırdığı anlam ve algıların tesbiti açısından hem bir şahit hem de örnek bir olgudur (phenomenon)...

“Evet, mantık ve felsefe, Kur’ân’la barışıp hak ve hakikata hizmet ettikleri müddetçe Üstad en büyük mantıkçı ve en kudretli bir feylesoftur. Mukaddes ve cihanşümul dâvâsını isbat vâdisinde kullandığı en parlak delilleri ve en kat’î bürhanları, Kur’ân-ı Kerîm’in Allah kelâmı olduğunu her gün bir kat daha isbat ve ilân eden “Müsbet ilim”dir. (Tarihçe-i Hayat) 

İslâm ve Batı kitabında İ. Kalın, Endülüs’ün yıkılışını: “Böylece Yahudi, Müslüman ve Hıristiyanların çok dinli ve çok kültürlü bir medeniyet havzası olma şansını bu tarihte yitirdiğini söylersek abartmış olmayız” şeklinde yorumluyor. Müslüman İspanya, İslâm dünyasında biriken ve 1400’lü yıllardaki Rönesans’ın kıvılcımının ortaya çıkışına yardım edecek bilginin Avrupa’ya geçtiği “anayol”du. 1200 yıllarında Hint alt kısmının kuzey kesimlerinde Delhi Sultanlığı, Arap, Fars ve Türk kültürlerinin yerli Hindistan kültürleri ile kaynaşması benzersiz bir Hindistan Müslüman medeniyetini kurabilmişti. Aynı şekilde Babürlüler Devleti. Mimar Sinan’ın bir talebesi Taç Mahal’in inşası için bu ülkeye gitmişti. 

Hatta: “Hindistanlı Müslümanlar arasında yaygın olan Urduca; Arapça, Farsça, Türkçe ve Hintçenin etkilerini yansıtmaktaydı. (Kayıp İslâm Tarihi).

Bediüzzaman Van ve çevresi merkezli bir “Anadolu rönesansı” gerçekleştirecek olan Medresetüzzehra projesini de benzer dil ve “medeniyet tasavvuru” üzerine planlıyordu. Talebenin “himmetini pervaz” ettirecek pek çok “mezc”le... Arapça vacib, Türkçe lâzım, Kürtçe caiz şeklinde bir dil ile... 

Dünya ölçeğinde mevcut durumu ise “İslâmın zeki evlâtlarının” kendilerini yeniden üretebilecekleri “parçalı millet” süreci olarak görüyor ki, bunu da şöyle tarif ediyordu: “tahsile gitmişler!..”

Okunma Sayısı: 3099
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı