"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Siyasetin bozduğu düğüm...

Caner KUTLU
07 Nisan 2017, Cuma
İbn-i Mesud’tan rivayetle Resulullah (asm): “İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, onların hepsi Kur’ân okur, ibadete çalışırlar ve ehl-i bid’atle de meşgul olurlar. Lâkin bilmedikleri cihetten müşrik olurlar ve ilimlerine bedel rızık alırlar ve dünyayı din karşılığında yerler. İşte bunlar, kör deccalin avanesi olacaklardır,” buyurmuşlardır.

Bu durum büyük bir seyyie idi. İnsanlardan farkında olarak kâfir olmalarını değil, farkında olmadan müşrik olmalarını isteyen bir “putçuluk”... Belki de en büyük aldatma gücü... Bu da siyasetle büyüyen bir “lânet çemberi”. Çünkü, siyaset benzeştirir. Rakibin seviyesiyle eşitler. Orada dil bozulur. Dil bozulursa din de bozulur. Çünkü din dildir. 

Halbuki, diyor Bediüzzaman: “İnsan seyyiatıyla, Allah’a zarar vermiş olmuyor. Ancak nefsine zarar eder. 

Meselâ: Hariçte, vaki’de ve hakikatte Allah’ın şeriki yoktur ki, onun hizbine girmekle Cenâb-ı Hakk’ın mülküne ve âsârına müdahale edebilsin. Ancak, şeriki zihninde düşünür, boş kafasında yerleştirir. Çünki hariçte şerikin yeri yoktur. O halde o kafasız, kendi eliyle kendi evini yıkıyor.”

 Hıristiyanlığı dönüştüren Pagan etkisi gibi İslâm üzerinde de Zerdüşt veya Pers etkisini oluşturma gayretinin ürünlerini çıkaran süreçler böyle uygulanmıştır... Cismaniyeti çoğaltmak imanı somut ve zihnin dışında da bir ispat sürecinde izlemek demektir. Zihinleri ele geçiren şerikleri, ortakları tevhid kılıcı ile paramparça etmektir. Roma’nın maddeperest ve hâkimiyet düşkünü kılıcı (politika) ile elbette değildir. Kur’ân’ın elmas kılıçları olan bürhan en büyük bir silâhtır.

Düğüm mutlaka çözülmelidir. Büyük İskender düğümü kılıçla çözmüştü. Şimdi güç akılla birlikte haktadır onun dili olan bürhandadır, imandadır. 

Taha Akyol’un, “Ahlâk ve hukuku siyasetin ve ekonominin üstüne çıkaracak bir rönesans lâzım,” dediği şey bu olsa gerektir. Anadolu’da mayalanan Risale-i Nur hareketi aslında tam olarak bunu gerçekleştirecek bir “rönesans”a sahiptir.

Bir mü’min neden kemalist olmaz? Çünkü İslâm’ın en temel esası tevhiddir. Bu da başka kuralları bir hayat felsefesi yapmayı imkânsız kılıyor. İslâmın beş şartı ve imanın altı esasına başka bir unsur katılamaz. Bu yüzden, Aziz Nesin’in dediği gibi, “Gerçek Müslüman Atatürk’ü sevemez. Seviyorsa ya ahmâktır ya sahtekâr”. Çünkü, onun en büyük özelliği “aldatmakla iş görür” şeklinde özetlenmiştir. Siyasete giren aldanır ve de aldatır. En çok da “dönüşür”. Dönüştüğü zaman nesil devam etmiyor. 

Kemalizmle ilişkide üretilen en büyük sorun da budur: Herkesi dönüştürüyor, neslini kurutuyor.

İslâmî kaynaklarda, insanların tapmaya başladığı putu (ağaç) kesmek için yola çıkmış bir mü’mini aldatan şeytanın hikâyesi anlatılır. 

Neticede şöyle der şeytan adama: “Hayret ettin değil mi? Niçin bana yenildiğinin sebebini söyleyeyim. Dün sen Allah rızası için ağacı kesmeye gidiyordun. Seni değil ben, dünyadaki bütün şeytanlar bir araya gelsek yine yenemezdik. Lâkin şimdi Allah rızası için değil de, sana altını vermediğim (menfaat) için kızdığından gidiyorsun, işte o yüzden bana mağlûp oldun ve sana ağacı kesmene müsaade etmeyeceğim,” dedi.

Bu noktada siyasete taraf olarak girmek kadar “muhalif” olarak içinde bulunmak da siyasetin bir “benzeştirerek” aldatması olduğu ortaya çıkıyor. Bediüzzaman’ın şeytandan ve siyasetten bu vesileyle -bir birliktelikten dem vurarak- istiazesi tekrar düşündürmelidir. 

“Ne için siyasetten çekildin? Hiç yanaşmıyorsun?” şeklinde gelen suale Üstad, bir kaç aşamalı ve yönlü cevap veriyor.

 Elcevab: “Dokuz-on sene evveldeki Eski Said, bir mikdar siyasete girdi. Belki siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu, ve gördü ki; o yol meşkuk ve müşkilâtlı ve bana nisbeten fuzuliyane, hem en lüzumlu hizmete mâni ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi parmağına âlet olmak ihtimali var. Hem siyasete giren, ya muvafık olur veya muhalif olur. Eğer muvafık olsa; madem memur ve meb’us değilim, o halde siyasetçilik bana fuzulî ve malayani bir şeydir. Bana ihtiyaç yok ki, beyhude karışayım. Eğer muhalif siyasete girsem, ya fikirle veya kuvvetle karışacağım. Eğer fikirle olsa, bana ihtiyaç yok. Çünki mesail tavazzuh etmiş, herkes benim gibi bilir. Beyhude çene çalmak manasızdır. Eğer kuvvet ile ve hâdise çıkarmak ile muhalefet etsem, husûlü meşkuk bir maksad için binler günaha girmek ihtimali var. Birinin yüzünden çoklar belâya düşer. Hem on ihtimalden bir-iki ihtimale binaen günahlara girmek, masumları günaha atmak; vicdanım kabul etmiyor, diye Eski Said, sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terk etti.

O halde tarafgir ne demektir, tarafgirin tersi tarafsız mıdır?

Allah’ın saltanatında şeriki olmadığı gibi icraatında da yoktur. Yani kulun Rabbi ile teşrik-i mesaisi olmaz. Teşrik-i mesai eşitler ya da denkler arasında olur. Bilâl-i Habeşî’nin “Ehad demesi..” tanrıları reddedip tevhidi haykırmanın her şahıs içindeki en yüksek değerini gösteriyordu. Şirk ki, en korkulandır. Bu yüzden Üstad Bediüzzaman müşriklere “boş kafalılar” diyor; çünkü hakikatte onlardaki tarafgirlik boşluktur. Politika da bu sebeple zihindeki bir boşluktan beslenir. 

İnsan Allah’a karşı hakikatte tarafgirlik konumu kazanamaz. Kur’âna tarafsız da kalamaz. O halde insanlar siyaseten taraf olmakla hakikatte ayrılamaz.

“Gördüm ki, siyaset cereyanlarında hem muvafıkta, hem muhalifte o Nurların âşıkları var. Bütün siyaset cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fevkinde ve onların garazkârane telâkkiyatlarından müberra ve safi olan bir makamda verilen ders-i Kur’ân ve gösterilen envâr-ı Kur’âniyeden hiçbir taraf ve hiçbir kısım çekinmemek ve ittiham etmemek gerektir. Meğer dinsizliği ve zındıkayı siyaset zannedip ona tarafgirlik eden insan suretinde şeytanlar ola veya beşer kıyafetinde hayvanlar ola... Elhamdülillah, siyasetten tecerrüd sebebiyle, Kur’ân’ın elmas gibi hakikatlarını propaganda-i siyaset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim. Belki gittikçe o elmaslar kıymetlerini her taifenin nazarında parlak bir tarzda ziyadeleştiriyor.”

Buna şimdilerde “psikolojik kanton” deniyor. Kendine ait bir hayat alanı... Ancak bu hâl onun için bir seçkincilik, kaçış ya da “devlet” aygıtına karşı bir duruşu getirmedi. Bilâkis, Anadolu’da yeni bir “iman hareketi”ni müsbet düşünce ve hareket alanında ortaya çıkardı. Bunun düşünce (felsefe) yönü hala anlaşılma ve tartışılma düzlemine ne düzeyde taşındığı bir ayrıca tartışılma konusudur. Bu da gelecek yazının konusu olsun, inşallah...

Okunma Sayısı: 3462
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı