"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ya doğruyu söylemeli, ya da susmalı

Caner KUTLU
26 Temmuz 2018, Perşembe
Emek ve ittihad -15-

İnsanoğlunun şu maddeler dışında hiçbir hakkı yoktur: Barınacağı bir ev, edep yerlerini örten bir elbise ve ekmek koyacak kap kacak.” (Tirmizi)

İnsanların “hayatta kalmak için ne gerekiyor?” sorusu peşinde koşmaktan başka bir önceliği yoktur. Bunun ölçüsünü koymak aynı zamanda başta gelen toplumsal ve ekonomik bir meseledir. “Hayatın hayatı” olan din ve şeriat da bunun sınırlarını çizmekle “insan üzerinde” çalışacak prensipleri belirler (yani popüler alana açılır). Peygamber Efendimiz’in (asm) hadisi bunun bir ifadesidir. Kur’ân’da namazla beraber zekâtın zikredilmesi, helâl kazancın ibadetlerle birlikte ve bileşik olarak emredilmesi dinin hayat bağlantısını gösterir. Bunun dışında dinin popüler bir söylemi yoktur. Din hazır cevapları değil; her insanın hayatındaki başta karnını doyurmak, barınma ve korunma gibi öncelikleri belirler, çözümler tavsiye eder ve bunları “sözcüleri” vasıtasıyla işletir. 

Meselâ; ben kolu kısa, boyu kısa cübbeme razı oldum, daha bir şey lâzım değil. Barla – derken bir fakirlik övgüsü mü yoksa bir ekonomi vurgusu mu vardı? Çünkü, bir âlimin, ya da hatibin de her sıradan insan gibi bir “geçim meselesi” vardır ve olmalıdır. Bediüzzaman böyle bir örnektir.

“Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil. Çünki insanın fıtratı medenîdir. Ebna-i cinsini mülâhazaya mecburdur. Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir. Meselâ: Bir ekmeği yese kaç ellere muhtaç ve ona mukabil o elleri manen öptüğünü ve giydiği libasla kaç fabrikayla alâkadar olduğunu kıyas ediniz. Hayvan gibi bir postla yaşayamadığından ebna-i cinsiyle fıtraten alâkadar olduğundan ve onlara manevî bir fiyat vermeğe mecbur bulunduğundan, fıtratıyla medeniyetperverdir. Menfaat-i şahsiyesine hasr-ı nazar eden, insanlıktan çıkar, masum olmayan câni bir hayvan olur. Bir şey elinden gelmese, hakikî özrü olsa o müstesna!” (Hutbe-i Şamiye)

Zübeyr Gündüzalp, “kabiliyetleri inkişaf ettirebilmek için her şeyden evvel meşrû ve sebatkâr bir şekilde çalışmayı bilmek lâzımdır” der, çünkü, mesleğimiz meşakkattir. “Zincirin gücü, en zayıf halkasının gücü kadardır” denmiştir. Bu, aynı zamanda, demokratik bir güç arayışına işaret edebilir. DİSK’in ilk kadın Başkanı Arzu Çerkezoğlu’na göre de, Demokrasi işçinin ekmeğidir: “Demokrasinin olmadığı yerde emeğin hakları olmaz.”

Roma’da zenginler ve ayrıcalıklılar, sadece genel seçimler ve adaylık için gereken maddî kaynakları bulunmayan, sıradan insanların desteğiyle elde edilebilecek siyasî makamlar için yarışıyorlardı. Zenginin başarısı yoksul tarafından sunulan bir ödüldü. Zengin bir bütün olarak halka bağımlı olduğunu öğrenmek zorundaydı. Ancak, buralarda ilişkiler Batı’nın temel ayrımı olan, “fazilet değil menfaat” üzerine yol alıyordu. (Evet Avrupa’nın medeniyeti fazilet ve hüda üstüne tesis edilmediğinden, belki heves ve heva, rekabet ve tahakküm üzerine bina edildiğinden, şimdiye kadar medeniyetin seyyiatı hasenatına galebe edip, ihtilâlci komitelerle kurtlaşmış bir ağaç hükmüne girdiği cihetle; Asya medeniyetinin galebesine kuvvetli bir medar, bir delil hükmündedir. Ve az vakitte galebe edecektir.” (Hutbe-i Şamiye) O halde zekât, sadâka ve karz-ı hasen, demokratik yaklaşıma neler katabilir; nasıl tekrar tanımlayabilir?

Kapsamlı, derin ve sistematik bir değişim üretecek çözümlere duyulan ihtiyaç artmaya başladı. Bu noktada da sosyal inovasyon toplumsal bir ihtiyaç olarak hızla yükselişe geçti. Sosyal etkinin arttırılması için şirketlerin, kurumların, devletin ve şahısların sosyal inovasyon ekosistemine dahil olması şart. Böylece birlikte çalışıp ortak aklın gücünü ortaya çıkarmak ve çözüm odaklı bir inovasyon üretmek mümkün olabilecek. Bu süreçte; açık toplum, açık kaynaklar, açık veri ve dijitalleşme ile zaman ve mekândan bağımsız ortak platformlar; sosyal inovasyonu tetikleyecek en önemli güç kaynağı olarak ön plana çıkıyor. Çağın gereklerine göre şekil değiştiren toplumsal yardımseverlik de sosyal inovasyon için bir diğer güç kaynağı konumunda. Öyle ise “ya doğruyu söylemeli ya da susmalı”.

“Yani yol ikidir, üç değildir. Ya doğru, ya yalan, ya sükût değildir. İşte şimdi beşerin ortadaki dehşetli yalancılığıyla ve tezviratlarıyla emniyet-i umumiyenin ve rûy-i zemin asayişlerinin zîr ü zeber olması kizble ve maslahatın sû’-i istimali ile olmasından, elbette o üçüncü yolu kapatmağa beşeri mecbur ediyor ve kat’î emir veriyor. Yoksa bu yarım asırda gördükleri umumî harbler ve dehşetli inkılâblar ve sukutlar ve tahribatlar, başlarına bir kıyameti koparacak. Evet her söylediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu söylemek doğru değil. Bazan zarar verse sükût etmek.. yoksa yalana hiç fetva yok. Her söylediğin hak olmalı, fakat her hakkı söylemeğe senin hakkın yok. Çünki hâlis olmazsa sû’-i tesir eder; hak, haksızlıkta sarfolur”. (Hutbe-i Şamiye)

Okunma Sayısı: 2901
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı