"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Yol, irşad, ikna ve müsbet hareket

Caner KUTLU
24 Ağustos 2017, Perşembe
Evrenselleşmek, Medenîleşmek, Cemaatleşmek... (8)

İslâm’ın gelmesi sonrası tarihte görülmüştür ki, İslâm ve şeriatı her dönemde hükmünü icra etmiştir. Bir coğrafyada düştüğü anda yeryüzünün başka bir yerinde, bir toplumda zayıfladığı anda başka bir toplumda (hatta toplumun içinde cemaatler şeklinde), mutlaka yükselişe geçmiştir. Bediüzzaman bunu “... Çin ve Hind gibi memleketlere giderdi, o mütemeddin kavimlere muallim-i hakaik ve rehber-i kemalât olurdu” derken, “Tahsile gitmişler!” derken ya da “Avrupa bir İslâm devletine hamiledir” derken ya da “yalnız ihlâs ve sadâkat ve tesanüd sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar” derken ya da “Müslüman İsevîleri” unvanına lâyık bir cem’iyet” derken bir hüküm ve tarihî bir hakikat olarak ifade etmiştir. Çünkü İslâm bir toplum, coğrafya ya da medeniyete ait değil evrensel bir dindir. Peygamberi de (asm) âlemlere, ayırt etmeden bütün insan ve cin taifelerine rahmet olarak gönderilmiştir ve bunda tarihen de hiçbir şüphe yoktur. Yalnız burada çok önemli bir “husus” vardır; o da şu sorudur ve cevap çok mühimdir: 

“Soru- İnsanlardan büyük bir kısmın şekaveti meydanda iken, yalnız küçük bir kısmın saadeti nasıl nev’in saadetine sebeb olur ki, “Şeriat rahmettir” diyorsunuz. Halbuki nev’in saadeti, ya bütün efradın veya kısm-ı ekserîsinin saadetiyle olabilir?

Cevap- Altına yüz yumurta bırakılan tavuk, o yumurtadan yirmisini civciv çıkarıp seksenini ifsad etse, bu tavuk, yumurta nev’ine hizmet etmiş olur. Çünkü bir civciv, bin yumurtanın annesi olabilir. Veya yüz tane çekirdek toprağa ekilse ve su ile sulanıp bilâhere yirmisi neşv ü nema bulup hurma ağacı olsa ve sekseni çürüyüp mahvolsa, yirmi çekirdeğin sünbüllenip ağaç olmasına sebeb olan su, elbette çekirdek nev’ine hizmet etmiş olur. Veyahud bir maden ateşte eritilse, beşte biri altun, mütebâkisi toprak çıksa; elbette ateş, o madenin kemaline, saadetine sebeb olur. Binaenaleyh teklif de insanların beşte birini kurtarsa, o beşte birin saadet-i Nev’iyeye sebeb ve âmil olduğuna kat’iyyetle hükmedilebilir.”

Peki bu beşte bir -ki Müslüman nüfusa karşılık gelir- (nısf-ı arz ve hums-u beşer) diğerleri karşısında ne yapacaktır? (Bediüzzaman’a göre geriye kalanların yüzde sekseni ise “mütehayyirdirler”) Şüphesiz bu beşte bir Batılı zihindeki “elitizm”i ifade etmez; ya da Yahudilikteki dinî milliyetçilik değildir.. İslâm aklındaki kemiyyetten ziyade keyfiyetin değerini anlatır. Cemaat de buradaki keyfiyetin toplanması anlamındadır yoksa “kesret-i etba” anlamında değildir. İttihat ilimle olur cehille olmaz da nitelikli birleşmeleri anlatır. Yüzde yirminin vazifesi, ki cihad her Müslüman için vazifedir, içte ve dışta mütehayyirleri uyandırmaktır. İki yol vardır; ya doğrudan siyaset ve siyasî argümanlarla; ya da Nur göstermekle... Bu yöntemlerden siyasetle yapılan da iki türlüdür; doğrudan iktidar olmakla veya iktidarın altından veya üstünden hile ve cebir ile yol bularak ... (Tarihte tecrübe edilmiş olan iki yöntem). Bunların ikisi de günümüz için iflâs etmiştir. (Siyaseten başarılı olsa bile hamiyet-i dinîye ve insaniyet açısından sorunludur; siyaseten başarısız olsa da aynı şey geçerlidir). Demek ki, yol içte “millet irşad edilmeli” olan müsbet hareket, dışarıda iman ve ikna meselesidir. Yani beşte biri Müslümanlarla “cemaatleşmek” yeteneği ile kalanın yüzde sekseni “mütehayyir” olanları Nur göstermek suretiyle ikna ile ittifaklar kurarak kurtarmaya çalışmak... Çok az bir kısım olan (kalan yüzde seksenin yüzde yirmisi) “zındık veya mütemerrid” veya “sarhoş olup.. boğulanlar” olanlarla da manen ve fikren mücadele etmekle Kur’ân’ın elmas kılıçlarını meydanda parlatmak.. Medeniyet kurmak “organize olabilmek” becerisini doğru olarak ortaya koymak, kollektif düşünce ve faaliyet Bediüzzaman’ın ifadesiyle tevhid-i efkâr ve müsbet hareket şeklinde olmaktadır.. (“... tearüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaîyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslâhat-ı vâsia-i içtimaiye” (Sünûhat) olan Hac ibadeti bunun en önemli kurumudur); evrensel karşılığı ise telâhuk-u efkâr ve sulh-u umumî olarak görünecektir. Bunlar gerçekleşmeden yapılan işler “zulüm hesabına” geçebiliyor. Siyaset organizasyonları içte ve dışta insanlarda “acaba nur gösterip topuzla vuracak mı?” endişesini kaldıramıyor. Bazen iş çığrından çıkıyor aşırılık ve şiddet olarak tezahür edebiliyor.  

İşte doğru İslâmiyetin biçim ve formu iki şekildedir: Maahâza yüksek hissiyat ile güzel ahlâkın neşv ü neması, ancak mücahede ve içtihadla olur. Evet sağ el, daima çalıştığı için, sol elden daha kuvvetlidir. Ve bir hükûmet, mücahede ettikçe cesareti artar, terk ettiği zaman cesareti azalır ve binnetice cesaret de, hükûmet de söner, mahvolur. Ve keza her şeyin ve her işin tekâmülü, zıdlarının mukabele ve rekabet etmeleriyle olur. Meselâ hidayetin tekâmülüne dalâlet yardım ettiği gibi, imanın tekâmülüne de küfür yardım eder. Çünkü küfür ve dalâletin ne derece pis ve zararlı olduklarını gören bir mü’minin imanı ve hidayeti, birden bine çıkar. Bu iki cihet, teklifin eser ve semeresidir. Ve bu iki cihet itibariyle teklif, saadet-i nev’iyenin yegâne âmilidir. (İşarat-ül İ’caz) 

Bugün cihadın sebep ve karşılığı olarak “öteki” görülüyor. Batı zihninin inşa ettiği “öteki” kavramı Müslüman için neyi ifade eder? Soru budur. Yani Müslüman zihninden “cihad” kavramını alıp Batı’nın “öteki”si ile birleştirip buradan yeni “şiddet ve ötekileştirme” üretmek ancak “ifsad komitesi”nin işi olabilir. O halde Müslüman için “öteki” yerine ne geçer? Burada doğru İslâmiyet ve İslâmiyete lâyık doğruluk doğru kelimeler bulmayı ve doğru tanımlamayı gerektirir şüphesiz..  

Bunun “hakikat sonrası” bozgunculuğuna karşı Sünnet-i Seniyye terbiyesini ifade eden (cihad ve içtihad) şu anekdot“ hakikat mesleği”nin temel cümlesi olabilir: 

Tahakküm-ü zahirî, kahr ve cebr ile mümkündür. Fakat efkâra galebe etmek, hem de ervaha tahabbüb ve tabayia tasallut, hem de hâkimiyetini vicdanlar üzerine daima muhafaza etmek; hakikatın hâssa-i farikasıdır. Bu hâssayı bilmezsen, hakikattan bîganesin. (Muhakemat)

Okunma Sayısı: 4445
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı