Sahabenin bir tarifi de; “Peygamber Efendimizin (asm) sohbetinde bulunup feyiz almış, dünya ve ahiretini kurtarmış, İslâma hizmet etmiş ve bu tavrını ömrünün sonuna kadar tavizsiz yaşayan kişidir.”
Üstadımız Risale-i Nur Talebeliğini anlatırken “Sahabe mesleğinin bir cilvesi” olarak tarif eder. Öyleyse Sahabe efendilerimiz için yapılan tarif bir yönüyle de “Nur Talebeleri” için geçerli olsa gerektir.
O zaman kendi hayatımızı sık sık gözden geçirmemiz gerekiyor. Özel hayatımızdan başlayıp, çocuklarımızı yetiştirmeye kadar, komşuluk ilişkilerimizden, sosyal ve ticaret hayatımıza kadar dikkati elden bırakmamalıyız. Çünkü yapacağımız bir yanlışın hizmetlerimize zarar verebileceğini her zaman düşünmeliyiz.
“Adalet-i Mahza” tarafında olduğumuzu aklımızdan çıkarmadan, söylediklerimizle yaşayışımızın birbirini desteklemesi gerektiğini de unutamayız. “Lisan-ı hal, lisan-ı kalden daha etkilidir” düsturunu mihenk yapmalıyız.
Hayatımızın her anında “irşad” ve “tebliğ” görevini birinci vazife olarak bilip, hakikatleri söylemekten çekinmemeliyiz.
Eğlenceli düğün ve cemiyetlerle karşılaştığımızda hediyemizi uygun zamanda verip, oradan en kısa zamanda ayrılıp fiili “tebliğ”imizi yapmak, tavrımızı ve tarzımızı belli etmemiz gerekir.
Serinlemek için gidilen deniz kenarlarında da harama nazar etmemek hemen hemen mümkün değil. Böyle yerlerden uzak durmakta fayda var. Başkalarına kötü örnek de olmamak gerekir.
Üstadımız “Dünyanın zevkini, lezzetini, saadetini, rahatını isterseniz; meşrû dairedeki keyfe iktifa ediniz. O keyfinize kâfidir” diyor. (Sözler, s. 169)
Üstadın ve diğer Nur Talebelerinin idamla yargılandıkları, ancak beraat ettikleri Eskişehir hayatıyla ilgili mektuplarından birinde; “... bundan sonraki hayatımız bize ait olamaz. Çünkü müfsidlerin planlarına göre yüzde yüz mahv idik... demek bundan sonraki hayatımızı kendimize değil, belki hak ve hakikate vakfetmeliyiz...” deniliyor. (Tarihçe-i Hayatı, s. 255)
Bizler de Risale-i Nurlar’la müşerref olmasaydık, Allah muhafaza Süfyanın elinde mahv olabilirdik. Öyleyse bize ait olmayan bundan sonraki hayatımızı hizmete vakfedelim.
Çünkü Risale-i Nur’un vazifesi; “... esas-ı velayet ve esas-ı takva ve esas-ı azimet ve esasat-ı sünnet-i Seniyye gibi ince fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hadisatın fetvalarıyla onlar terk edilmez.” (Kastamonu Lâhikası, s. 83)
Peygamberimizin (asm) “... ihlâslı olanlar da her an onu kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır” Hadis-i Şerifindeki ve Üstadın; ”Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz. Vazifeniz kudsiyedir, hizmetiniz ulvîdir. Her bir saatiniz bir gün ibadet hükmüne geçebilecek kıymettedir. Biliniz ki elinizden kaçmasın” uyarılarını aklımızdan çıkarmayalım.