“Kış mü’minin baharıdır” Hadis-i Şerifiyle mü’minlere uzun kış gecelerinden istifade etmelerini ve kış gecelerini imanî sohbetlerle bahara çevirmelerini tavsiye eden Peygamberimizin (asm) tavsiyelerine uyarak bizlerde hemen hemen haftanın her günü dershanede bir araya gelip, Üstadımızın Muhakemat adlı eserini, münâzaralı bir şekilde mütalâa ederek sonuna doğru geldik.
Üstadımız eski Said dönemi eserleri için “Demek bu Arabi mesnevî mecmuası Risale-i Nur’un bir nevi çekirdeği ve fidanlığı hükmündedir.” (Mesnevî-i Nuriye, 11) “Gösteriyor ki, bu Lemeat, Risale-i Nur’un bir müjdecisi ve fihriste ve bir fidanlık numunesidir kalbime geldi” (Emirdağ Lâhikası).
İşte Muhakemat’ı da, dikkatle okuyup anladığımızda; bu eserler gibi ileride, Risale-i Nur tarlasına ekilip, orada sümbüllenip, kıyamete kadar insanlığın imanî meyvelerinden koparıp istifade edeceği, çekirdeği, fidanlığı ve fihristesi hükmünde olduğu açıkça görülecektir.
İşte aynen bunun gibi kırk yıldır bölüm bölüm de olsa kaç defa okuduğumu hatırlayamadığım Muhakemat eserini satır satır, hatta kelime kelime inceleyip, lezzetine doyulmayan manevî bir haz aldık. Hele aramızda hayatını Risale-i Nur’a vakfetmiş değerli ağabeyimiz Necati Can’ın tecrübe dolu yorumları da konuları daha iyi anlamamıza yardımcı olduğu için Allah ondan ebeden razı olsun. Adeta bugün yazılmış ve bugünün insanlarına hitap eder gibi, kafalarımızdaki soruları cevaplayan eserin 1911’de yazıldığını öğrenen, aramıza yeni katılan bir arkadaşımızın yüzündeki hayret ve şaşkınlık ifadesi eser hakkında her şeyi anlatıyordu sanki.
Muhakematın başında Üstadımızı dinleyelim; “...va esefa der ki: İslâmiyetin mağz ve lübbünü (özünü) terk ederek kışrına (kabuğuna) vakf-ı nazar ettik (dikkatimizi oraya verdik) ve aldandık... Ve su-i fehm ve su-i edep ile (yanlış anlama ve edepsizliğimizle) İslâmiyetin hakkını ve müstehak olduğu hürmeti ifa edemedik. Ta, o da bizden nefret ederek evham ve hayalatın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi. Hem de hakkı var. Zira biz İsrailiyatı usûlüne ve hikâyatı akaidine ve mecazatı hakaikine karıştırarak, kıymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada tedip için, zillet ve sefalet içinde bıraktı. Bizi kurtaracak, yine onun merhametidir.
Öyle ise, ey ihvan-ı Müslimin! Geliniz ona tarziye vereceğiz (özür dileyeceğiz). Elbirliği ile dest-i sadakati (bağlılık elimizi) uzatacağız. Biat edeceğiz, onun hablü-l metinine (sağlam ipine) sarılacağız.
Evet; Cenâb-ı Allah’ın kâinata koyduğu kevni şeriatın yanında, İslâmiyeti anlamamız ve yaşamamız için uymamız gereken Kitabullahı terk ettiğimizde insanlığın başına nasıl gaileler açılacağını bu satırlarda geçen hakikatler en güzel şekilde anlatıyor.
Daha sonra ise Üstadımız, İslâmiyet güneşinin parlamasına mani olan sekiz engeli şu şekilde sıralanmış: “O maniler ise: Ecnebilerde, taklit ve cehalet ve taassup ve kıssislerin riyaseti. Ve bizdeki mani ise, istbdat-ı mütenevvi (çeşitli baskılar) ve ahlâksızlık ve müşevveşiyet-i ahval ve ataleti intaç (tembelliğe netice) veren yeistir...” Sekizinci mani ise: “Biz ile ecnebiler, bazı zevahir-i İslâmiyet (İslâmiyetin dış görünüşü) ve mesail-i fünun ortasında hayal-i bâtıl ile tevehhüm eylediğimiz müsademat ve münakazattır. (çatışma ve zıtlıklar)... Bu sekiz engeli ortadan kaldıran üç hakikat ise (...meyl-i taharri-i hakikat (hakikatleri araştırma meyli) ve muhabbet-i insaniyet (İnsan sevgisi) ve meyl-i insaf (hakkı kabul etme) olan hakaikı techiz ederek, o manilere gönderip zir-ü zeber etmiş ve ediyor.”
Bu zamanda bu engelleri darmadağın eden hakikatlerde Risale-Nurlardır. Bizleri Nurlarla iştigal ettiren Cenâb-ı Allah’a ne kadar şükretsek yine azdır.
Üstadımızın bir müjdesi ile bu bölümü bitirelim; “Hem de itikadımdır ki: İstikbalde hüküm sürecek ve her kıt’asında hakim-i mutlak olacak, yanlız hakikat-i İslamiyettir.”
Devam etmek niyetiyle inşallah.