“Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun”a bir dizi yanıltma ve çarpıtma ile sokuşturulan maddeler, iktidarın sivil toplumu güdümüne almaya yönelik son emrivakilerinden.
Demokrasiye ve hukuk devletine yakışmayan oldubittilerle “terörün finansıyla mücadele” paravanında İçişleri Bakanlığı’nın re’sen vakıfların/derneklerin herhangi bir yöneticisine soruşturma açılmasıyla görevden uzaklaştırılıp alınarak yerlerine kayyım atanması, faaliyetlerinin cumhurbaşkanınca dondurulması, bütün mal varlıklarına ve topladığı yardımlara el konulması “yasallaştırıldı.”
Ancak en çarpığı, söz konusu “sivil toplumu tasfiye” ve “devletin güdümüne alma” hukuksuzluğuna karşı kamuoyunda yükselen endişelere şahısların “özel garanti” vermesi oldu.
Bu hususta, yazar Yusuf Kaplan’ın “STK yasası toplumda tedirginliğe yol açtı. Yarın devran döndüğünde bu toplumun İslâmî değerlerini, anlam haritalarını ve ilkelerini ayakta tutan sivil toplum kuruluşları yeniden irtica/terör diye yaftalanarak bu topluma büyük bir darbe daha vurulabilir endişesi, hatta korkusu var. Bu tedirginliğin, endişenin ve korkunun ciddiye alınması ve yasanın ona göre gözden geçirilmesi gerekiyor derhal” çağrısına İçişleri Bakanı’nın “teminatı” dikkat çekici. (Yeni Şafak, 28.12.20)
“Şahsi güvence”, Kaplan’ın attığı “STK’lar terör bahanesiyle kapatılacak, kolayca kayyım atanabilecek! Teröre karşı bir adım gibi bu. Ama sonuçları ortam değiştiğinde felâket olabilir! Her İslâmi çalışma irtica/terör yaftasıyla engellenebilir! Çok tehlikeli bu! Bu yasa girişimi derhal durdurulmalı!” diye attığı tweet üzerine Bakan’ın kendisini aradığını duyurmasıyla açığa çıktı.
Kaplan, “Yarım saat konuştuk. STK yasasının asla sivil toplumu zayıflatmayacağını, STK’ların İslâmî çalışmalarını engellemesinin söz konusu olmayacağını, buna ilk önce kendisinin karşı duracağını söyledi” diye sosyal medyada paylaşması, garabeti gözler önüne serdi.
SUİSTİMALE AÇIK “YASA”YA “ŞAHSİ GÜVENCE!”
Bu diyalog, bir hukuk devletinde hukukun ve yasaların esas olduğu, günün birinde mutlaka iktidardan gidecek fanilerin “şahsi özel garantisi”nin olmayacağı gerçeğini tekrar gündeme getirdi.
Bundandır ki yazarın “yarın devran döndüğünde” dediği herhangi “bir iktidar değişikliği”ndeki endişesine sanki sonsuza kadar iktidarda kalacaklarmış gibi “korkmayın, biz iktidarda iken size kimse bir şey yapamaz!” diyen “şahısların güvencesi”nin hiçbir kıymeti harbiyesi kalmıyor.
Hatırlanacağı üzere, “biz gidersek siz de gidersiniz!” diyerek cemaatlere “bizi desteklemeye mecbursunuz!” diye örtülü şantajlar savuran birileri vardı ve ilk önce kendileri gitti.
İlginç olan, “yarın ortam değiştiğinde” (yani AKP iktidardan düştüğünde) felâket olur!” endişesine, Bakan’ın “en evvel ben karşı çıkarım” teminatının “garanti” olarak görülmesi! Ve daha da ilginci, “siyasi iktidarı destekleyen STK’lara ilişilmeyeceği” anlamındaki garip “güvence”yle “nasılsa biz iktidarın yanındayız” tesellisiyle “endişelerin izâle edilmesi.
“Ortam değiştiğinde” “şahsi güvence” veren ve “en evvel ben karşı dururum” diyen iktidardakiler koltuktan düştüğünde “güvenceleri”nin hiçbir anlamının olmayacağının hesaplanmaması. Ve STK’ların istismara ve suistimale açık “yasa”yla karşı karşıya bırakılması…
Kaldı ki, demokrasilerde örgütlenme özgürlüğü dünya görüşü ve siyasî tercihi ne olursa olsun herkes için geçerlidir. STK’ları iktidar destekli olanlar ve olmayanlar diye ayırmak bir başka bölücülüktür.
YARGIDA KAN KAYBI SÜRÜYOR…
Yüksek yargı başkanlarıyla Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) büyük bir kısmının “partili Cumhurbaşkanı”nca atandığı “ucûbe sistem”de başta Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi eski başkanları olmak üzere Meclis eski başkanlarının ve Adalet eski bakanlarının yakınmasıyla “Türkiye’de yargıya güven sıfırlanıp dibe vurmuş”, “hukuk güvencesi” yok olmuş.
Özetle, HSK üzerinden “siyasallaştırıldıktan” sonra OHAL sürecinde beş bin hâkim ve savcının ihrâcının ardından çoğu AKP’de yöneticilik yapan hâkim ve savcıların atanmasıyla iyice “siyasallaştırılan” yargıın “siyasetin sopası” haline getirilmesiyle yargıda kan kaybı sürüyor.
O denli ki Tayyip Erdoğan yanımıza geldi, Türkiye’yi biz yönetiyoruz” memnuniyetini duyuran Perinçek “yargı alın devrini yaşıyor!” övgüsünde bulunuyor.
Neticede, bu girdapta 2020 “yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığında da bir kayıp yıl olarak kayıtlara geçiyor.