Her ne kadar “iktidar cânibi”nce zevâhiri kurtarmak nevinden televizyonlarda önceden hazırlanmış “başarı ve teşekkür” reklâmları eşliğinde “beka sorunu’ söyleminin tuttuğu” yeniden ileri sürülmeye başlansa da, altı doldurulamayan ve toplumu gerip ayrıştıran politikanın ters teptiği görüldü.
İşin gerçeği şu ki, ilk önce Bahçeli’nin ortaya attığı, peşinden Cumhurbaşkanı ile iktidar partisi sözcü ve adaylarının meydanlarda istimal ettiği “beka sorunu” söylemi, sırf bir başka partiye oy vermiş milyonlarca seçmenin muhalefete oy verme ihtimaline binâen siyasi rakiplerini “teröre destek”le ve “hıyânet”le suçlayan “kimlik siyaseti”nin işine yaradı. Kamplaşma ve kutuplaştırmanın derinleşmesine sebebiyet verdi.
Zira basit siyasî bühtanlarla, milletin yarısını “teröristlik”le itham eden karalama kampanyasıyla “millilik - yerlilik” kavramlarının harcıâlem istimaliyle sulandırılarak itibarları düşürüldü. Bu yüzden adayların projeleri konuşulmadı.
HANİ “TÜRKİYE MAHVOLACAKTI”?
Ve onca tahrike rağmen başta Ankara ve İstanbul olmak üzere özellikle büyük şehirlerde halkın muhalefete yönelmesi sonrası “iktidar cephesi” partileri liderleri ve adaylarının “milletin kararına saygılıyız” açıklamaları, aylardır hakaret dolu çıkışlarla sürdürülen “zillet - illet” ajitasyonlarının uydurmadan ibâret olduğunu bir defa daha ortaya çıkardı.
Tesbit şu ki, en az iktidar partisi adayları kadar “yerli” ve “millî” olan, savcılıklardan temiz kâğıdı almış muhalefetin belediye başkanı adayları üzerinde değil, AKP iktidarında göz yumulan, halkın nezdinde unutturulmaya getirilen oldubittiler üzerinde yürütülen politikalar fiyasko ile sonuçlandı.
Aslında seçim sürecinde “iktidar cenâhı”nın inadına ve ısrarla sürdürdüğü “ötekileştirici ve düşmanlaştırıcı dil”, AKP’nin on yedi yıllık iktidarının başarısızlığının itirafı idi. Gerçekten sormak lâzım; hani “millet ittifakı” ve muhalefet adaylarının kazanmaları halinde Türkiye’de sistem çökecekti, ülke mahvolacaktı, dış güçlerin istilâsına uğrayacaktı?
Bunların hiçbirisi olmadı ama siyasî iktidarın yanlış ve akıbetsiz kısır politikalarıyla AKP’nin iktidara geldiği 2002’de olmayan birçok sorun 2019’da “Türkiye’nin birinci sorunu” haline geldi.
Zira asıl “beka sorunu”, Rum Kesimi’nin İsrail, Katar, Mısır ve Yunanistan’la Amerikan şirketleriyle Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz aramaları ve sondajını yapıp, Kıbrıs’ta garantör olan Türkiye’nin ve KKTC’nin dışlanmasıdır.
HÂLÂ KARA PROPAGANDA!
Yine Türkiye’nin yanıbaşında Müslüman komşu Suriye toprakları olan, İsrail’in işgali altındaki zengin su ve petrol yatakları Golan Tepeleri’nin Trump’un tweeti ile ilhakının tanınmasıdır. Ankara’nın “Şam yönetiminin devrilmesi”ne saplantılı kısır politikaların akıbetsizliğiyle, Suriye’nin kuzeyinde ABD’nin emperyal savaş ve işgal ortaklarıyla Müslüman ülkelerle Türkiye’nin arasına bariyer olacak işbirlikçileri PYD/YPG’nin kontrolündeki “kantonlar” üzerinde “tampon bölge”de “ikinci İsrail” işlevini görecek “koridor devlet” kurdurulması emrivakisidir.
Son on yılda Ege Denizi’nde on sekiz adanın Yunanistan tarafından işgali ve bayrak dikmesine hâlâ Ankara’dan “kuru kınamalar”ın ötesinde bir tavır konulmayıp âdeta seyredilmesidir.
Her yönüyle iflas eden “cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi” paravanındaki “tek kişilik rejim”in inadına sürdürülmesidir. Hâlâ kara propaganda ile milletin barış ve birliği, ülkenin bütünlüğü tehlikeye düşürülmesidir.