"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Adalet müessesesi hiçbir tarafgirliğe kaymaz”

Cevher İLHAN
02 Kasım 2020, Pazartesi 00:02
BEDİÜZZAMAN’IN MEŞRÛTİYET/DEMOKRASİ TÂRİF VE TESBİTLERİ - 12

Bediüzzaman’ın tesbitiyle, “Adalet hakikati ile herkesin hukukunu bilâtefrik (ayırım gözetmeksizin) muhafazaya sırf hak nâmına çalışılması” gerekir. Aksi halde, “adalet nâmına pek çok zulmedilir.” (Tarihçe-i Hayat, 487)

Yargının, hâricî “telkinat”, “tâlimat” ve baskılarla siyasallaştırılmasıyla, hür ve bağımsız yargının yok edilmesiyle adâletin bütünüyle yok olacağını haber verir.

“Adalet müessesesi hiçbir tarafgirliğe kaymaz” diyen Bediüzzaman, “Hâkim ve mahkemenin tarafgirlik şâibesinden uzak tamamen tarafsız bakmasını “adaletin birinci şartı” sayar. Bediüzzaman, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını, çağdaş hukukun ulaşmaya uğraştığı “bütün dünya adâlet müesseselerinde cârî ve hâkim olan hukukî bir müteârife (herkesin bildiği temel âşikâr kural)” olarak târif eder.

Bunu “Hükûmetin (devletin) daireleri içinde en ziyade hürriyetini (bağımsızlığını) muhâfaza etmeye ve tesirât-ı hâriciyeden (adâlet dışı etkilerden) bütün bütün azâde (tam bağımsız), en ziyâde bîtarafane (tarafsız), hissiyatsız bakmakla mükellef olan elbette mahkemedir” kuralıyla izâh eder. (Tarihçe-i Hayat, 401-402)

“ADLİYE MEMURLARI TESİRÂT-I HÂRİCİYEDEN AZÂDE VE SERBEST OLMALI”

Bediüzzaman’a göre, “Adliye memurları (hâkimler, savcılar), hissiyattan ve tesirât-ı hâriciyeden (adâlet dışı etkilerden) azâde ve serbest olmalı.” Hâricî “telkinat”, “tâlimat” ve baskılarla siyasallaşan yargı, “gayet bîtarafâne bir merci” dediği mahkemeler, başta devlet ve siyasî otorite olmak üzere bütün etkili mihraklardan bağımsız kalmalı; adâlet müessesesi hiçbir cereyâna kapılmamalı, hiçbir tarafgirliğe kaymamalı ve hiçbir baskıyı kabul etmemeli.

Mahkemede sanıkların makam-mevkilerine bakılmaması gerektiğini, “Cihangir hükümdarların ve kahraman kumandanların küçük mahkemelerde diz çöküp kemâl-i inkıyad (tam itaat) ile mutavaat göstermeleri (uyup baş eğmeleri), mahkemenin, hiçbir cihet ile zedelenmeyecek yüksek mânevî haysiyet ve şerefinin mevcudiyetini ispat eder” dediği tarihî vakıalarla tesbit eder. Hz. Ömer’in, hilâfetinde, yönetime, Müslümanların mukaddes değerlerine, dinlerine, kanunlara muhâlif bir Hıristiyan ile mahkemede muhâkeme olunmasını nazara verir. (Tarihçe-i Hayat, 564-565)

Ve “düstur-u adâlet”ten sapılarak “tarafgirlik fikriyle”, “evham, garaz ve inad”la” hiçbir delile dayanmadan, hukukta hiçbir kıymeti olmayan, sırf düşüncelerinden dolayı insanların hukuklarının hiçe sayılmasını hukuksuzluk ve adâletsizlik olarak kınar. “Hissiyatın karıştırılmasıyla ‘adâlet nâmına pek çok zulümler oluyor” vak’asını bildirir. (Tarihçe-i Hayat, 487, 202; Şuâlar, 313)

Aksi halde, “Adâlet nâmına hissiyatını karıştıranlar pek çok zulmetmişler” tesbitiyle, “Adliye memurları (savcılar, hâkimler), hissiyattan ve tesirât-ı hariciyeden bütün bütün azâde (hür) ve serbest olmazsa, sûreten (görünürde) adâlet içinde müthiş günâhlara girmek ihtimaliyle, adâlet noktasından tarafgirlik fikrini verip, adâletin mâhiyetini zulme çevirir” diye endişesini belirtir. (Tarihçe-i Hayat, 201-022; 355)

“ADÂLET HİÇBİR CEREYÂNA KAPILMAZ, TARAFGİRLİĞE KAYMAZ”

Bediüzzaman, demokrasi, hürriyet ve hukuk çerçevesinde Kur’ânî târiflerle tanımladığı insanî değerler manzumesinde, yargının asıl işlevini, mahkemelerin fonksiyonunu, âdil yargılamanın kriterlerini belirler.

Bediüzzaman’ın tesbitiyle, adâlet doğrudan hürriyetle irtibatlıdır. Mahkemenin tam hürriyete sahip olması ve insanların buna dayanarak hürriyetle hakkını ve hukukunu savunması esastır.

Mahkemelerin “tam hürriyet” ve bağımsızlıkla “hukuk-u hürriyetini muhâfaza etmesi”nin gereğini bildirir. “Ben mahkemenin hürriyet-i tammesine (tam bağımsızlığına) istinaden, hürriyetle, hukùk-u hürriyetimi bu sûretle müdafaa etmeye hakkım vardır” diye sadece adâleti esas alan hür mahkemelerin ancak hürriyet hukukunu muhâfaza ve temin edebileceğini belirtir. Bu kural, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının açısından kayda değer temel tesbitlerin başında gelir.

Bedüzzaman’a göre, “adâlet hakikati, müracaat eden herkesin hukukunu sırf hak nâmına bilâ-tefrik -ayırım yapmaksızın- muhâfazaya çalışmaktır. Hükûmetin daireleri (devlet-kamu kurumları) içinde en ziyâde hürriyetini muhâfaza etmeye ve en ziyâde bîtarafâne (tarafsız), hissiyatsız bakmakla mükellef olan, elbette mahkemelerdir.” (Tarihçe-i Hayat, 487)

Hakikî adâlete dair İslâm tarihinde binler tarihî hadise olduğunu ifâde eden Bediüzzaman, Hz. Ali’nin hilâfeti zamanında bir Yahudî ile mahkemede muhâkeme olunmalarını ve çok padişahların sıradan kişilerle adâlet mahkemesine çıkmalarını nazarlara verir. (Tarihçe-i Hayat, 201-202)

İslâm tarihinde ve geçmişte bütün İslâm hükûmetlerinde Eskiden beri Yahudîlerin, Hıristiyanların, İslâm ülkelerinde dine, kudsî rejimine muhâlif, zıt ve mûteriz bulundukları halde, hiçbir zaman kanunlarla onlara o cihetten ilişmemesine dikkat çeker.

BÜTÜN DÜNYADA BAŞTA GELEN HUKUKÎ MÜTEÂRİFE

Yine bu bağlamda “Hazret-i Ömer’in hilâfeti zamanında, âdi bir Hıristiyan ile mahkemede birlikte muhâkeme olunmasını, İslâm hükûmetinin mukaddes rejimlerine, dinlerine, kanunlara muhâlif olan halinin mahkemede nazara alınmaması”nı misal verir.

Bundandır ki, insanlığın saadetinin dünyada adâletle olabileceğini ve adâletin doğrudan doğruya Kur’ân’ın gösterdiği yol ile olabileceğini beyân eden Bediüzzaman, “Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adâlet-i İlâhiye nâmına ve hakaik-i İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddî ve mânevî kıyametler başlarına kopacak, anarşistlere, Ye’cüc ve Me’cüclere teslim-i silâh edecekler” diye dünyanın fitne, fesat, kargaşa ve kaosa boğulacağını peşinen ikazda bulunur. Hâkimlerin hakikî adâletle bağımsız ve tarafsız hükmetmelerinin ehemmiyetini vurgular. (Hutbe-i Şamiye, 83; Şuâlar, 343)

ADALET İÇİN TEMEL HUKÛKÎ KAİDELER

Bediüzzaman’a göre, gerçek bir adalet için, evvelâ “mahkemenin hürriyet-i tammesi (tam hür ve bağımsızlığı)” olmalı ve herkes “hürriyetle, hukûk-u hürriyetini müdafaa etme hakkı”nı kullanmalı. Maznuna yeterince savunma hakkı verilmeli. Zira “müdafaa hakkı”, insanın en vazgeçilmez tabiî hakkıdır ve hiçbir şekilde tahdit edilmez, edilemez.

“Cihangir hükümdarların ve kahraman kumandanların küçük mahkemelerde diz çöküp kemâl-i inkıyad (tam bir itaat ve boyun eğme) ile mutavaat göstermeleri (uyup baş eğmeleri), mahkemenin, hiçbir cihet ile zedelenmeyecek haysiyet ve şerefinin mevcudiyetini ispat eder” gerçeğini dile getiren Bediüzzaman, “İşte, mahkemelerin bu yüksek ve mânevî haysiyetine dayanıp, hukûkumu, hürriyetle müdafaa ediyorum” tesbitinde bulunur. (Tarihçe-i Hayat, 220)

ÂDİL VE KESİN HÜKÜM İÇİN…

İthamları ve iddianâmeleri, hiçbir maddî delile dayanmayan, tamamen sübjektif, kasıtlı olarak üretilmiş, sahte, maksatlı, menfi niyet ve ihbarlarla ortaya atılan düzmece iddialar ve isnadlar üzerine bina etmenin büyük hata olduğunu belirtir. 1935’te Eskişehir Mahkemesi müdafaasında, kendisinin dört-beş madde ile “umumî emniyeti ihlâl edebilecek bir teşebbüs niyeti ile ihbar edilmesi ve bu ithamla tevkif edilmesi”ne karşı, “Evvelâ, imkânat (mümkün olması) başkadır, vukuat başkadır. Her bir fert, çok adamları öldürebilmesi mümkündür. Bu imkân-ı katil (öldürebilme imkânı) cihetiyle mahkemeye verilir mi? Her bir kibrit, bir haneyi yakması mümkündür. Bu yangın imkânıyla kibritler imha edilir mi?” diye sorar. (a.g.e., 193)

Bu adâlet ölçüleriyle müdafaalarını bütünüyle delile dayandırır. 1952 İstanbul Gençlik Rehberi mahkemesinde, “Muhterem hâkimler, şunu kat’î olarak arz ederim ki; bu, delilsiz bir iddiâ değildir. Bizim zulüm ve menfâ sahamız olan altı vilâyetin altı mahkemesi, uzun ve ince tetkikler neticesinde, emniyet ve âsâyişi ihlâl yolunda hiçbir vukuât kaydetmemiştir. Bu hareketimiz ispat eder ki, Nur mekteb-i irfânının talebeleri kalbler üzerinde işler; emniyet ve âsâyişin bekçisini, kafalara, kalblere yerleştirir. Bizim îman derslerimiz anarşiye karşıdır, bozgunculuğa karşıdır, farmasonlara ve komünistlere karşıdır.

Devamında “Memleketin bütün zâbıta dairelerinden sorulsun, beş yüz bin Nur irfan mektebi talebesinden birinin olsun, nizam ve intizama aykırı bir vukuâtı var mıdır? Yoktur. Elbette yoktur. Çünkü hepsinin kalbinde nizam ve intizâmın en sağlam muhâfızı olan îman bekçisi vardır” sözleri, âdil yargılamada “imkânat – vukuat” bağlamında delile dayalı adilâne hüküm verilmesi gerektiği dersini verir. (a.g.e., Sayfa 564-6)

İnsanların hakkını, hukukunu ve haysiyetini korumakla yükümlü olan mahkemelerin insan haklarını korumak ve haksızların tecâvüzlerini durdurmak sorumluluklarının bulunduğunu belirten Bediüzzaman, hâkimlerin hiçbir etki altında kalmamalarının âdil mahkemenin temeli olduğunu yazar.

Bediüzzaman’ın adâlet için yaptığı tesbitler, hâlen günümüz medeni ve çağdaş hukûkun, en ileri ve hürriyetçi demokrasilerin varmaya çalıştığı temel Kur’ânî hedeflerdir.  SON

Okunma Sayısı: 2814
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı