Öncelikle Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Yunanistan’la 2003’ten bu yana Mısır’dan İsrail’e ve Lübnan’a kıyıdaş ülkelerle “deniz yetki anlaşması”na ve Yunanistan’ın Ege’de on sekiz adayı işgaline Ankara’nın seyirci kalması Doğu Akdeniz ve Ege’de durumu bütünüyle Türkiye’nin aleyhine çevirdi.
Nihayetinde Türkiye ile Libya arasında Kasım 2019’da “deniz yetki alanları sınırlandırmasına dair mutâbakat” ve “münhasır ekonomik bölge anlaşması”yla Yunanistan’la Kıbrıs ve Mısır arasında bir kalkan oluşturuldu; ancak Ankara’nın on sekiz yıldır bigâne kalıp zamanında devreye girmemesi Suriye dışındaki Akdeniz’e kıyıdaş bütün deniz komşularını “Türkiye karşıtı cephe”ye kaptırdı.
Ne var ki geçen hafta -13 Ağustos’ta- Fransa’nın Yunanistan’la Türkiye’nin karasularını da içine alan alanı “münhasır ekonomik bölge” ilânının ardından Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de hidrokarbon aramasına karşı bölgedeki askeri varlıklarını artıracaklarını söylemesi ve iki ülkenin Birleşmiş Milletlere deklare edilen Türk Kıta Sahanlığında ortak tatbikat yapması; keza Yunanistan Genelkurmay Başkanlığı’nın iki ülkenin daimi askeri işbirliği çerçevesinde Türkiye’nin “navteks (denizcilere duyuru)” ilân ettiği sahayı da kapsayan bölgede ortak askerî tatbikat açıklaması kritik vaziyeti ele veriyor.
“HAYDUTLUĞA” HEP BİGÂNE KALINMASIYLA…
Vaziyet şu ki Yunanistan ve Fransa’nın, Türkiye’nin “navteks” duyurusunun “yasadışı” ve “geçersiz olduğu” iddiası ve Macron’un “Yunanistan ve Avrupalı ortaklarla işbirliği çerçevesinde Doğu Akdeniz’de Fransız askeri varlığının güçlendirileceği” çıkışı vahameti deşifre ediyor.
Buna mukabil Ankara’nın Doğu Akdeniz’den Ege’ye yapılan emrivakilere karşı tepkisizliğinin ağır faturası ortaya çıkarken, Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’nin kara sularındaki mevzubahis tatbikattan iki gün sonra memleketi Rize’de “Kıta sahanlığımızda haydutluğa asla boyun eğmeyeceğiz. Yaptırım ve tehdit dili karşısında geri adım atmayacağız. Mavi Vatan’ı aynı kararlılıkla koruyacağız” hamasi ifadeleri, konunun iç kamuoyuna dönük politik propagandada istimalinin ötesine geçmiyor.
Bütün uyarı ve çağrılara rağmen siyasi iktidarın baştan beri Doğu Akdeniz ve Ege’deki emrivakilere ilgisizliği ve ağır ihmalleriyle Türkiye vahim vartaya sürüklenmiş. “Haydutluğa” hep bigâne kalınmasının sıkıntısı yaşanıyor… Zira TPAO tahminlerine göre, Doğu Akdeniz’deki toplam hidrokarbon yataklarında 3 trilyon dolarlık doğalgaz rezervi olduğu; bu bağlamda; Doğu Akdeniz’de yaklaşık olarak toplam değeri 1,5 trilyon dolar olan 30 milyar varil petrole eşdeğer hidrokarbon yatakları bulunduğu; 2010 yılı tüketim miktarları dikkate alındığında bu rezervin, Türkiye’nin yaklaşık 572 yıllık, Avrupa’nın 30 yıllık doğalgaz ihtiyacını karşılayabilecek seviyede olduğu değerlendiriliyor.
Hâlen birçok bölgede arama çalışmaları devam ederken, yeni sahaların keşfiyle ilân edilen rezervlerin daha da artmasıyla Doğu Akdeniz’in enerjideki önemi kat kat artıyor. Bundandır ki 21. yüzyılın en keskin hesaplaşmasının Doğu Akdeniz’deki enerji rezervleri üzerinde olacağı belirtiliyor. (Hürriyet, 24.7.2018; BAU, Cihat Yaycı, “Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Paylaşılması Sorunu ve Türkiye”, Cilt 4, Sayı 6))
KIYIDAŞ ÜLKELERLE ÂCİL İŞBİRLİĞİ
“Macron’un Doğu Akdeniz provokasyonu”nu değerlendiren araştırmacı yazar Bünyamin Duran’ın, Doğu Akdeniz’de gerilimin yeniden tehlikeli şekilde yükseldiğine, Almanya’nın arabuluculuğuna rağmen Yunanistan’ın alelacele Mısır ile münhasır ekonomik bölge anlaşmasına karşı Türkiye’nin Oruç Reis’i sondaj çalışmaları için firkateynler eşliğinde yeniden harekete geçirdiğine ve Yunan ordusunun da teyakkuza geçtiğine dikkat çekip, Türkiye’nin “Antalya körfezine sıkıştırma amaçlı abluka”ya karşı çıkacağı yorumu vahameti ele veriyor. (Sabah, 15.8.20)
Ve “Türkiye kamuoyu sert güç seçeneklerini konuşur hale gelir. Bir ucu Libya, diğer ucu Kıbrıs ve Meis adasına uzanan Doğu Akdeniz gerilimi Türk-Yunan ilişkilerinin tüm alanlarını işgal edebilir. Ege’deki uzlaşmazlıkları, adaların silâhlandırılmasını, 12 adaların durumunu ve Batı Trakya’yı hareketlendiren bir fırtınaya dönebilir”ifadesiyle, bu konuların da yeniden “millilik ve “beka söylemi” söylemiyle iç siyasette kullanılacağının sinyalleri çakılıyor.
Oysa siyasi iktidarın işin buralara gelmesine müsaade etmeyip, Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi yalnız bıraktıran yanlışlara karşı, Libya ile yaptığı gibi diğer kıyıdaş komşu Müslüman ülkelerle âcilen “deniz yetki alanları” ve “münhasır ekonomik bölge” anlaşmaları yapması gerekiyor.
Başka çâresi yok.