"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ankara’nın “Libya macerası”

Cevher İLHAN
25 Aralık 2019, Çarşamba
Libya’yla “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması” anlaşmasından sonra Cumhurbaşkanı’nın ısrarıyla “Güvenlik ve Askerî İşbirliği Mutâbakatı Muhtırası”nın Meclis’te mutâbakat aranmadan AKP ve MHP oylarıyla geçirilmesi Türkiye’yi yeni risklerle karşı karşıya getiriyor.

Irak ve en son Suriye’de olduğu gibi 2011’den beri süregelen iç savaşta küresel güçlerin hegemonya ve çıkarları hesâbına Libya’nın bölünüp parçalanmasının hedeflendiği, bölgesel bir çatışmaya dönüşebilecek vartada Türkiye’yi Libya iç savaşında “cephe ülkesi” durumuna düşürüyor.

Cumhurbaşkanı’nın “Libya’ya askerî desteğin boyutu artabilir” ifadesi, Türkiye’yi peşinen “ecnebilerin parmak karıştırmaları”yla tahrik edilen aşiretlerin iktidar kavgalarıyla kaosa sürüklenen bu ülkedeki iç savaş tefrika fitnesi felâketinin bir parçası haline getiriyor. (gazeteler, 21.12.19)

SURİYE’DEKİ “ROL”Ü LİBYA’DA ÜSTLENMENİN AKIBETİ!

Libya’da krizin başında daha önce -28 Şubat 2011’de- NATO paravanında Libya’ya her türlü yaptırım ve askerî müdahaleye karşı çıkarak “NATO’nun Libya’da ne işi var? Böyle bir saçmalık olur mu yahu?!” çıkışından üç hafta sonra, -21 Mart’ta- bu kez tam tersine “NATO, Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tesbit ve tescil için oraya girmelidir” diyen Cumhurbaşkanı, şimdi de “Koalisyon güçleri adı altında Irak’a girdiler mi? Girdiler. Suriye’ye girdiler mi? Girdiler. Yani ‘Bizim ne işimiz var orada?’ diyorlar mı? Demiyorlar. Aynı şekilde Libya’da Mısır’ın ne işi var? Libya’da Abu Dabi’nin (BAE) yne işi var?!” sözleriyle küresel güçlerle işbirlikçilerinin askerî müdahalesini gerekçe göstermesi, Türkiye’nin bodoslama Libya’daki iç çatışma bataklığına sürüklendiğini ortaya koyuyor. 

Sanki dokuz yıldır bir milyona yakın insanın katledildiği, on milyon sivilin evini - ülkesini terk etmek zorunda kaldığı, kaynaklarının yağmalanarak çökertildiği, bölünüp parçalanma tuzağına itilen Suriye’ye askerî harekâtlarda “çok başarılı olunmuş” gibi, “Suriye’de nasıl bir rol üstlendiysek Libya’da da benzer rolleri üsteneceğiz” diye konuşuyor; hâlâ 911 km’lik Suriye sınırında 120 km’lik hatta ve 32 km’lik derinlikteki Türkiye’nin kontrolünde sözde “güvenli - tampon bölge” alanından Türkiye’ye saldırıların gelmesiyle Ankara’nın Suriye’de “üstlendiği rol”ün akıbeti ortada iken… 

Diğer yandan, Cumhurbaşkanı’nın “Hafter meşrû bir siyasetçi değil, adam gayrimeşrû. Ona meşrûiyet kazandırmanın gayreti içinde olanlar var. Serrac ise meşrû bir lider, onu yok sayıyorlar!” tepkisiyle Libya’ya asker sevkıyatını savunması, “Neden Suriye’de BM’nin tanıdığı ve meşrû olan Esad ve Şam yönetimi yok sayılıp, meşrû olmayan, çoğu emperyal güçlerin taşeronu ve maşası uluslar arası örgütler desteklenip meşrûiyet kazandırılmaya çalışıldı?” sorusunu sorduruyor. 

Bu arada tam da İdlib’de Suriye ordusu ve destekçisi gruplarla direnişçi örgütler arasındaki çatışmaların şiddetlenmesiyle on binlerin Türkiye’ye yönelmesine karşı Cumhurbaşkanı’nın “80 bin kardeşimiz bombardımanlar sonrası göç ediyor, Türkiye yeni bir göç dalgasını kaldıramaz” diye yakındığı vetirede Libya ile belli bir yaşın altındaki ve üstündekilere “vize muâfiyeti” anlaşması ile, bu kez bu ülkeden 100 binlerce mülteci akınına zemin hazırlandığı belirtiliyor. 

TÜRKİYE, LİBYA KARGAŞASINDA TARAF OLMAMALI

Ancak en çarpıcısı, Libya’ya asker gönderilmesinin, Doğu Akdeniz’deki doğalgaz ve petrol aramalarına, sondaj emrivakilerine karşı Türkiye’nin hak ve hukukunun korunmasıyla ilişkilendirilmesi. Ve Cumhurbaşkanı’nın “Şayet KKTC ve Libya ile başlattığımız süreçlerden vazgeçersek, bize denize gerecek kıyı, olta atacak sahil bile bırakmayacaklar” şikâyeti.

Bu durum, AKP iktidarında akıbetsiz dış politikayla Türkiye’nin Ege’de olduğu gibi Doğu Akdeniz’de de hak ve menfaatlerinin göz göre göre gasbedilmesine seyirci kalındığının açık ikrarı olurken, haksız ve hukuksuz emrivakilere karşı Ankara’nın Doğu Akdeniz’de kıyıdaş ülkelerle, Mısır, Lübnan, Suriye ve Filistin’le işbirliğine çalışmayıp, bir tek Trablus hükûmetine askerî destekle problemi çözmeye yeltenmesi sürecin bir diğer garabetli istifhamı oluyor.  

Ve ülkenin üçte ikisini kontrolünde tutup başşehir Trablus’u kuşatan Hafter güçlerinin galip gelmesi halinde Ankara’nın Serrac’la yaptığı bütün anlaşmaların kadük hale geleceği vakıası, hep Türkiye’ye kaybettiren “saplantılı dış politika”nın ufuksuzluğunu bir defa daha deşifre ediyor. 

Ankara, Türkiye’nin Libya ile yaptığı deniz ve ekonomik işbirliği anlaşmalarını diplomasiyle desteklemeli. Enerji rezervlerinde, kaliteli petrolde dünyanın en zengin ülkelerinin başında geldiği için “zâlimlerin satranç oyunu” alanı haline gelen Libya kargaşası fitnesinde taraf olmamalı. 

“İktidara ilişik medya”da “büyük bir dış politika başarısı” olarak propaganda edilen Libya’ya “asker sevkıyatı”yla Türkiye’yi fiilen Libya’daki “iç savaşın tarafı” haline getirecek mâceralardan sakınmalı. Libya’nın “Suriyeleştirilmesi” tuzağına düşmemeli… 

Okunma Sayısı: 1899
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • erhan

    25.12.2019 10:51:17

    yediği yumruklara karşı gardını revize etmeyen boksörler, her zaman nakavt olmaya mahkumdurlar. bizimkide böyle bir şey, alınması gereken derslerden nasiplenmemek için inat ediyoruz, o zaman geçmiş olsun.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı