Münih Güvenlik Konferansı’nın son “strateji mi trajedi mi?” oturumunda ABD’nin Suriye’den çekilmesi ve İdlib’in radikal güçlerden arındırılması Türkiye’nin “güvenli bölge” talebi ve tartışıldı.
Öncelikle Millî Savunma Bakanı, “Türkiye’nin sınırında ‘terör koridoru’na izin vermeyiz” ifâdesiyle “güvenli/tampon bölge”nin Türkiye’nin kontrolünde olmasını gereğini iletirken, en son Budapeşte Süreci 6. Bakanlar Konferansına katılanlara “Krizin ilk yıllarında gündeme getirdiğim Suriye sınırında oluşturulacak ‘güvenli bölge’ formülü, Suriyeli mültecilerin geri dönüşleri için en pratik çözüm yoludur” diyen ve “Türkiye’nin yeni bir göç dalgasını artık tek başına göğüsleyemeyeceğini” vurgulayan Cumhurbaşkanı, “Bu formülün işlerliği, ‘güvenli bölge’nin, Türkiye’nin kontrolünde olması, diğer ülkelerin ise bize maddî lojistik destek sağlamalarına bağlıdır” diye konuşması, Ankara’nın “güvenli/tampon bölge” beklentisini ortaya koyuyor. (gazeteler, 19.2.19)
Cumhurbaşkanı, “Güvenli bölge’ formülünü çok yakında sahada uygulamaya koyacağız. Geçtiğimiz hafta bu meseleyi Soçi’de Sayın Putin ve Sayın Ruhani ile de ayrıntılı bir biçimde ele aldık” diyor; lâkin “siyasi çözüm”ü esas alan “Astana süreci”nin iki garantör bölge ülkesi Rusya ve İran, Ankara’nın “Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve siyasi birliği” çerçevesinde Ankara’nın bu konuyu Şam’la müzâkere etmesini öneriyor.
“ÖNCE, SURİYE HÜKÛMETİYLE KONUŞUN”
Diğer yandan ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in “Bölgede güçlerimizi bulundurmaya devam edeceğiz. Şam yönetiminin yeniden Suriye’nin kuzeyine gelmesini istemiyoruz; bu bölgede Türkiye’nin yanısıra PYD/YPG’nin ağırlıklı olduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) güvenlik kaygılarını gidermek istiyoruz” dayatması ABD ve emperyal işbirlikçilerinin “güvenli/ tampon bölge” projesini ele veriyor.
Keza Sözkonusu Münih Konferasında Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeleri “saatli bomba”ya benzeten Lübnan Savunma Bakanı Elias Bou Saab’ın “Suriye hükûmetinin topraklarının bir bölümünün bir komşu ülkenin kontrolü altında olmasını kabul etmemesi halinde büyük sorunlar çıkabileceği ve bir dayatmanın sorunu daha da derinleştireceği” ikazında bulunuyor.
Yine Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anladıklarını aktaran Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmet Ebul Geyt’in “güvenli bölge”de ABD’nin Avrupalı askerlerin konuşlanması teklifinin de yanlışlığını nazara verip, “Türk askerlerinin güvenli bölgede görev almaması Türkiye için daha iyi olacaktır” deyip, tek çârenin “Adana mutâbakatı” çerçevesinde Türkiye’nin Suriye hükûmeti ile işbirliğini etkinleştirmesi olduğunu kaydetmesi, Suriye’de çözümün temel parametrelerini okutturuyor.
Özetle, Cumhurbaşkanı’nın “Biz kurarız, biz koruruz” dediği “güvenli bölge” ile daha geçen ay 250 TIR’lık yeni silâh sevkiyatı yaptığı işbirlikçisi taşeron örgütü PYD/YPG’nin güdümündeki “kantonlar”la kontrolünü isteyen ABD’nin “güvenli bölge” projesi arasında büyük fark bulunuyor.
“GÜVENLİ BÖLGE” ECNEBİ TUZAĞI
Görünen o ki, Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen’in tesbitiyle, “Suriye’nin kuzeyinde ABD desteğindeki PYD/YPG potansiyel tehdidine karşı Türkiye, savaşın başlaması ile Esad rejimine ayaklanan güçleri silâhlandırdığı, desteklediği ve kullandığı güçlere yeni Suriye’de bir yer bulmada kendisini sorumlu hissetmekte; belki de bu güçlerin varlığı nedeni ile Şam’la doğrudan işbirliğine gidememe; başlangıçta yapılan stratejik hata, bu konuda Türkiye’nin elini kolunu bağlamakta…”
Bundandır ki Ankara, “Astana süreci”nde attığı imzaya rağmen hâlâ Şam’la açık diyaloga yanaşmaması büyük bir handikap olarak duruyor.
Hulâsa, tam bir bilmeceye dönüşen “güvenli/tampon bölge”, Irak’ın kuzeyinin “güvenli bölge” ile Irak’tan koparılmasında olduğu gibi Suriye’nin kuzeyinin de Suriye’den koparılmasıyla küresel güçlerin Suriye’nin bölünüp parçalanmasını tetikleyen bir “ecnebi tuzağı.”
Ankara, “stratejik hata”da ısrar etmemeli; “güvenli bölge” tuzağına düşmemeli…