TESBİT
Ayasofya’nın müzeye çevrildiği 24 Kasım 1934’ten 46 yıl sonra 8 Ağustos 1980’de ilk kez Ezanın okunup ‘Hünkar Mahfili’nde ilk Cuma namazının kılınmasının ardından cami olarak yeniden ibâdete açıldığı dünkü ilk Cuma namazı için Diyanet’in davetiye bastırması yeni bir tartışmayı tetikledi.
Oysa günler öncesinden, Ayasofya’nın cami olarak ibâdete açılmasına tam destek veren muhalefet liderleriyle temsilcilerinin dâvet edilmelerine dair iktidar mahfillerinden “camide VIP, protokol olmaz” dendi.
Aslında salgın başında evvela Cumhurbaşkanlığı’ndaki Millet Camii’nde, akabinde Diyanet’in bitişiğindeki Ahmet Hamdi Akseki Camiinde sınırlı sayıda görevlilerin katılımıyla Cuma namazı kılınmasına verilen tepkilere, “VIP cami olmaz, VIP namaz kılmak olmaz. Namaz, Allah’ın huzurunda herkesin eşit şekilde durduğu yer demektir” diyen Diyanet İşleri Başkanı, ‘’İsim isim herhangi bir davet söz konusu değildir. Ezan bütün Müslümanlar için bütün camilere umumi davet anlamı taşır. Bütün kardeşlerimizi biz ezanla davet ediyoruz” ifadelerini kullanmıştı.
Vakıa şu ki ana muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı İnce’nin “Ezan zaten davettir, davet olursa giderim” ifadesi, “iktidara ilişik yorumcular”ca “namazın daveti mi olur” diye kıyasıya eleştirilmişti.
Ne var ki çok geçmeden, “Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın teşrifleriyle gerçekleştirilecek Ayasofya-i Kebir Camii Şerif’i açılış programına katılımlarınızdan onur duyarız” davetiyesinin basılıp; siyasetçiler, milletvekilleri, bürokratlar, yabancı devlet ve din adamlarının da aralarında bulunduğu beş yüz kişiye gönderildiği haberleri çıktı. Hatta Saadet Partisi Genel Bakanı’na gönderilmediğinin bildirilmesi üzerine davetiyesi son anda gönderildi. (gazeteler, 23.7.20)
Bunun üzerine, muhalefet cânibinden “Hani ‘namaz kılmak için dâvete ihtiyaç yoktu?”, “Hani namazın dâveti olmazdı?” soruları sorularak, “protokol - VIP listesi” gibi doğru olmadığı belirtildi. Ve bu tesbit, Cumhurbaşkanlığı avukatı mahkemede “Ayasofya’nın müze olarak kalması”nı savunurken, “Karar, adâletin tekrar vücut bulmasına vesile olsun”, “İstanbul’u Danıştay mı fethetti ki Danıştay kararı bekleniyor; niye başkasına havale ediyorsunuz?”, “Bir kararnamede müze yapılmış, bir başka kararnamede de cami olarak açılabilir” çağrısında bulunan, “Fethin sembolü, Fatih’in emâneti, İstanbul’un tüm medeniyet birikimini barındıran tarihî emânet Ayasofya Camii hayırlı olsun” takdirlerini sunarak Ayasofya’nın cami olarak açılmasına tam destek veren muhalefetin dışlanması, hâlâ siyasi rant hesâplarla, “herkesin mâl-ı mukaddesi (ortak kudsi değeri)” olan dinin “inhisar zihniyeti”yle siyasette istimali ve istismarıyla kamplaştıran, kutuplaştıran, ötekileştiren, ayrıştıran siyasetin artık son bulmasının gereği ortaya çıkıyor.
GARABET
Ege Adalarının işgaline tepkisizlik...
Ayasofya açılırken, yoğun gündem ortasında, Ege’ de 18 ada ile 152 adacığı işgal eden Yunanistan’ın, Ege Adaları’nda üzerinden yeni bir tahrike girişmesi dikkat çekici oldu. Yunanistan Cumhurbaşkanı Katerina Sakellaropulu, Türkiye’nin Aydın iline bağlı Eşek Adası’nı ziyaret edip, “Adanın fahri vatandaşı olma onuruna eriştiğim için teşekkür ederim. Tarihin derinliklerindeki bu ada, Yunanistan’ın ayrılmaz bir parçasıdır. Burada olmak benim görevim. Buraya sahip çıkacağız” deyip Yunanistan’ın egemenlik haklarından vazgeçmeye veya ulusal topraklar üzerindeki anlaşmazlıkları kabul etmeye hazır değildir” cümlesini kullanması çarpıcıydı.
Ancak asıl çarpıcı olan, en ufak bir meselede AB’ye rest üzerine rest çekip meydan okunurken, uluslar arası hukukun çiğnenerek adaların fiilen işgal edilmesine karşı, ne Cumhurbaşkanı’ndan, ne İdilb’den Libya’ya Türkiye’nin hak ve menfaatlerini korumak için asker yollanmasını savunan Millî Savunma Bakanı’ndan, ne önceleri “Ege Denizi’ndeki bazı ada ve adacıkların egemenliğinin işgaline devrettiğine ilişkin haberler tamamen gerçekdışı” diye gözardı eden, “Ege sorunlarına, millî çıkarlardan ödün verilmeyecek” açıklamasıyla iktifa eden Dışişleri’nden ve ne de hükûmet ile iktidar partisi yetkililerinden tek kelime bir tepkinin gelmemesiydi.
Özetle, 2003 yılında Yunanistan’ın üç adayı işgaliyle başlayan Yunanistan’ın Ege Denizindeki ada ve adacıklara bayrak dikip asker yığarak silâhlandırmasına, Yunanlı komutanlarla politikacıların bu adalarda dış basına da yansıyan işgal oldubittilere gerekli cevaplar verilmedi.
Aynı stratejik öneme sahip Girit Adası’nın kuzeybatısında bulunan ve yüzlerce yıldır Osmanlı devletine - Türkiye’ye ait olduğu belirtilen adanın kuzeyine ve orta kısımlarına konut inşa eden Yunanistan’ı, adayı turizme de açan, kırk kişinin yaşadığı adaya belediye başkanı atayıp, diğer adalarda olduğu gibi peşinden de asker ve silâh yığacağı haberlerine karşı hep suskun kalındı.
Garip olan, Meclis’te muhalefet milletvekillerinin soru önergelerine dönemin “Kimseye bir karış toprak vermeyiz!” açıklamalarıyla geçiştirmeleriydi.
Daha da garibi, Yunanlı siyasetçilerin, bayrak dikerek, kulübeler, iskeleler kurarak, sivil halkı yerleştirerek, Yunan komutanların mangal yakarak bütün dünyaya Ege’deki adaların - adacıkların “Yunanistan’a ait olduğu havasını pompalamasına karşı iç kamuoyuna hamasetli demeçlerle, beylik lâflarla yetinilip göz göre göre Yunan işgalinin âdeta görmezden gelinmesiydi.
HAFTANIN SÖZÜ
“Ayasofya ibadete açılsın, ama siyasete kapatılsın…”
“Sultan Mehmed Han’ın emâneti Ayasofya, artık tamamen ibadete açılacak. Milletimizin bir beklentisi yerine getirildi. Hayırlı olsun ama işin daha en başında yaptığım bir uyarıyı tekrarlama ihtiyacı hissediyorum. Ayasofya ibâdete açılsın ama siyasete kapatılsın. Sayın Erdoğan, Danıştay’ın kararından sonra ekranlara çıktı ve bir konuşma yaptı. Bekledim ki milletimizden gelen talep ve beklentiyi, siyasetin her kanadından gelen desteği, sağduyuyla ve birleştiren bir dille karşılasın. Kavgadan beslenen bir ruh haliyle yine yapamadı.”
Meral Akşener, İyi Parti Genel Başkanı