OHAL altında “olağanüstü baskın seçim” sath-ı mâilinde siyasî iktidardan sık sık “adâlet” ve “yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı” vaatleri duyuluyor.
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 56. kuruluşunda, “Yürütme daha güçlü, yasama daha itibarlı ve yargı daha bağımız olacak” diyen Cumhurbaşkanı, en son partisinin “seçim beyannâmesi” açıklamasında, “Hedefimiz, daha bağımsız yargı” vaadini tekrarladı.
Bu söylem, sanki “yargı bağımsızlığı’ var da ‘daha bağımsız olacak!” algısını oluşturmaya yönelik basit bir propaganda olarak kayıtlara geçerken, yakın tarihlerde başta Cumhurbaşkanı ve hükûmet sözcülerinin “AYM kararlarına saygı duymuyoruz” çıkışlarını hatırlattı.
Bilindiği gibi, Ocak ayında AYM’nin Şahin Alpay ve Mehmet Altan’ın tutuklamalarına dair “hak ihlâli” kararının yerel mahkemelerce dinlenilmemesine karşı, Adalet eski bakanı hükûmet sözcüsü, Twitter’de “Anayasa Mahkemesi, Anayasa ve yasaların çizdiği sınırı aşmıştır” diye tavır koymuştu.
Doğrusu, yargıya güvenin dibe vurduğu, hukukun siyasi çıkarlara fedâ edildiği vartada, OHAL KHK’larıyla, yüz binleri MİT raporlarıyla tek kelime savunmaları alınmadan kamu hizmetinden ihrâcı, “terör yanlısı” damgalanmasıyla özel sektörde çalışmaları dahi engellenen varken “yargının bağımsızlığı” vaadinin hiçbir kıymeti kalmıyor.
Vakıa şu ki, “yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı” için öncelikle, sorgusuz, sualsiz, “istihbarat raporları”yla görevlerinden ihrâç edilen yüz binlerce kamu görevlisinin âcilen görevlerine iâdesi gerekir. Aralarında 17 bini kadın ve bine yakın bebek bulunan 77 bin vatandaşın yargısız infazla tutuklanması fecaatini savunanların “bağımsız yargı” vaadleri pek inandırıcı olmuyor.
GARABET
“İsrail’e ihracat düşük”se neden iptal etmedi?
AKP iktidarında Ankara’dakiler, Kudüs’ün İsrail’in başşehri dayatmasını protesto edenlere karşı yapılan katliâmı yine “kuru kınama ve lânetlemelerle” geçiştirdiler. Ana muhalefetin ‘Mavi Marmara Anlaşması’nın iptaline dair verdiği önerge Meclis’te AKP’li vekillerin oylarıyla reddedildi. Aynı zamanda Türkiye’nin İsrail ve ABD ile dış ticaretinin rekor hızla büyüdüğü bir defa daha ortaya çıktı.
Bu konuda CHP’li Umut Oran’ın “Türkiye - İsrail toplam dış ticareti, 2002 yılında 1,4 milyar dolar olan hacmi, AKP döneminde rekor hızla büyüyerek 2013 yılında 5 milyar doları aştı, 2014’te 5,8 milyar dolarla rekor kırdı, 2017 yılı itibariyle de 5 milyar dolara yakın bir düzeyde gerçekleşti. İsrail ile ticaret 2002-2017 döneminde yüzde 249,4 büyüdü” tesbiti dikkat çekici. (gazeteler, 16.5.18)
Garabet, İsrail Tarım Bakanı Uri Ariel’in Türkiye’den “tarım ürünlerinin ithalatını dondurduğu” Tweetiyle ortaya çıktı.
Ancak asıl garabet, “Ülkemizin İsrail gibi küçük bir ülkenin ‘ithalatı dondurması’ndan çekinmesi asla düşünülemez. Bu tür tehditlere pabuç bırakmayacağımızı İsrail’in bilmesi gerekiyor” karşılığında bulunan Tarım ve Hayvancılık Bakanı’nın, “Hiçbir ekonomik kaygı, bizim Kudüs ve Filistinlilerin haklı dâvâsını savunmamızın önüne geçemez” tepkisiyle “almıyorsan alma” havasını vermesiydi.
Gerçekten; madem “Türkiye’nin tarımsal ihracatında İsrail’in payı düşük”; neden İsrailli Bakan’dan önce Tarım Bakanı bu “düşük paylı ihracat”ı iptal etmedi? Niçin AKP hükûmeti, bu önemsiz ticarî işbirliklerinden bir tek “anlaşma”yı dahi askıya almaya yanaşmadı? Neden İsraillilerin “bu tür tehditleri”ne pabuç bıraktı, bırakıldı?
KISACA
“Tweetle af teklifi” soruları
Partisinin grubunda “baskın seçim”i Türkiye’nin gündemine sokan Bahçeli’nin Twitterde orta attığı, ardından medya üzerinden sürdürdüğü “af çıkışı” tartışmaları devam ediyor.
İngiltere yolunda “af gündemimizde yok” diyen Cumhurbaşkanı, Başbakan ve hükûmet sözcülerinin pek yanaşmadığı “öneriyi” Bahçeli’nin niçin yaptığı hâlâ konuşuluyor.
Muhalefet sözcüleri, “toplumsal ve siyasî mutâbakat yok, hiçbir partiyle temas yok. Ve hatta Genel Kurul’da MHP’nin grup önerisi bile yok, peki bu Tweetin amacı neydi?” sorularını soruyorlar.
Sormak lâzım, durup dururken niçin cezâevlerindeki on binlerce “kader kurbanı” ve âileleri beklentiye sokuldu? Anlamak mümkün değil…
HAFTANIN SÖZÜ
“Kitlelerin vicdanında rahatsızlık”
“Darbe hıyanetine direkt ve aktif olarak katılmış olan asker, polis gibi silâhlı güçler ve yargı mensupları, yüksek bürokrat ve onları desteklemiş olan para babaları hâriç, darbede aktif olarak parmağı bulunmayan, taraftar durumdaki kimselerden on binlerin yoğun bir tutuklama kampanyasına muhatap olmalarının, F.G. ve cemaatine hiç sempati duymamış olan kitlelerin vicdanında bile bir rahatsızlık meydana getirdiği unutulmamalıdır. Bu konuda seçim atmosferinde kamu vicdanına merhem olacak şekilde bir daha düşünülmelidir.”
Selahaddin E. Çakırgil (Star, 13.5.18)