İstanbul’da ilmî ve fikrî mücadelesine devam eden Bediüzzman’ın, vatanperverliğinin bir diğer açık delili ise, Osmanlı devletinin imzaladığı Mond- ros Mütârekesi sonucunda 13 Kasım 1918’de İstanbul’u işgal eden ve 7 Mart 1920’ta asker çıkarıp fiilî işgali ağırlaştıran İngilizlerin istilâcı politikalarını karşı halkı ikaz için “Hutuvât-ı Sitte (şeytanın altı aldatması)” adlı eserini, gizli olarak bastırıp İstanbul’un önemli yerlerinde dağıttırarak İstanbul kamuoyunda İngiliz aleyhtarlığını harekete geçirip, işgalci ecnebiler lehindeki propagandayı kırmasıdır.
İşgali altındaki halka moral ve mesaj ulaştırılmaya çalışması, İngilizlerin psikolojik savaş taktiklerine yine psikolojik mukâvemetle karşılık vermesidir. Bir kısım siyasetçi ve hatta ulema arasında türeyen işbirlikçi “İngiliz yanlıları”nın toplandığı “İngiliz Muhipler Cemiyeti”ne karşı mücadelesidir.
“Bana en ziyâde şedid (şiddetli) görünen mânen ahlâkımıza vurduğu darbedir. Çekirdek halinde olan secâya-yı seciyeyi (kötü ahlâkı) içimizde inkışâf ettirdi” diyerek İngilizlerin İstanbul’da ve diğer ecnebilerin Anadolu’da Müslüman gençler ve ahali arasında işgâlle birlikte içki, kumar gibi ahlâksızlığı yaymalarıyla hlâkın nesilleri mahvedeceği endişesini dile getirmesidir. (Hutuvât-ı Sitte, 16-17)
Bu amaçla 5 Mart 1920’de Babıâli’de’ki Matbûat Cemiyeti’nin (Gazeteciler Cemiyeti’nin) bulunduğu binada kurulan Hilâl-i Ahdar / Yeşilay Cemiyeti’nin ilk kurucuları arasında yer alan Bediüzzaman’ın, işgâlinin, asıl milletin mânevî ve ahlâkî hayatta yaptığı tahribata dikkat çekmesidir. (Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, 224)
“TÜKÜRÜN İNGİLİZ LÂİNİNİN HAYASIZ YÜZÜNE!”
Bunun içindir ki İstanbul’daki İngiliz işgâl kuvvetleri komutanı General Harrington’un emriyle “idam kararı”yla ölü veya diri ele geçirilmek üzere her tarafta aranmasına karşı sürekli yer değiştirir.
“İngiliz siyasetinin hassa-i mümeyyizesinin (en açık özelliğinin) fitnekârlık, ihtilâftan istifade, menfaat yolunda her alçaklığı irtikâb etmek (işlemek), yalancılık, tahrikkârlık, hâriçte menfilik olduğunu” deşifre eder. (Osmanlı Şeyhülislâmları, 260; Sarıklı Mücâhitler, 300; Risâle-i Nur Hakkında İlmî Bir Tahlil, 71; Tulûat, Ankara 1979, 63-65, 81)
Bu arada İngiliz Anglikan Kilisesi’nin, Meşihât-i İslâmiyeden (Diyanet dâiresinden) sorduğu altı sualine mağrurâne altıyüz kelime ile cevap istemesine karşı, diğer bazı Dâr’ül Hikmet’il İslâmiye azâları kitap hacminde uzun cevaplar yazarken, Bediüzzaman “bir tükürük”le cevap verir.
İstilâcı İngilizlere, “Tükürün İngiliz lâininin (lânetlisinin) hayasız yüzüne!” diye işgâl ve zulümlerini suratlarına çarparak meydan okur. İstanbul Boğazının işgaline işâretle, “Bir zaman İngiliz devleti, İstanbul Boğazının toplarını tahrip ve İstanbul’u istilâ ettiği hengâmda, o devletin en büyük dâire-i diniyesi olan Anglikan Kilisesinin başpapazı tarafından, Meşihat-ı İslâmiyeden dinî altı sual soruldu. Ben de o zaman, Dârül-Hikmeti’l-İslâmiye’nin azâsı idim. Bana dediler: ‘Bir cevap ver. Onlar, altı suallerine altı yüz kelime ile cevap istiyorlar.’ Ben dedim: Altı yüz kelime ile değil, altı kelime ile değil, hatta bir kelime ile değil, belki bir tükrük ile cevap veriyorum. Çünkü o devlet, işte görüyorsunuz; ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı mağrurâne üstümüze sual sormasına karşı, yüzüne tükürmek lâzım geliyor... Tükürün o ehli zulmün o merhametsiz yüzüne!’ demiştim” asil cevabı, Bediüzzaman’ın vatanperverliğinin bir numûnesi olarak kayıtlara geçer.
VATANA, MİLLETE VE İSTİKLÂLİYETE HİZMETLERİ
Özetle. Bediüzzaman, büyük bir vukûfiyet ve cesâretle, İslâm’ın izzetini tam bir kemâlât ve şecaatle fiilen ortaya koyar. İngilizlerin desiseleriyle, Şeyhülislâmı ve diğer bazı ûlemayı lehlerine çevirmeye çalışmalarına mukabil, âlem-i İslâm ve Osmanlı aleyhindeki emperyalist sömürgecilik siyasetini ve entrikalarını açığa çıkarır. Böylece kamuoyunda İngiliz aleyhtarlığı uyandırır…
Kısacası, Kafkas cephesinde talebeleriyle ve fedâileriyle savaşan Bediüzzaman’ın, İstanbul’u işgâlle Müslümanları tahakküm ve tasarrufları altına almak isteyen işgâl kuvvetlerine karşı hayatını ortaya koyarak yazıp dağıttırarak menhus plânlarını ve desîselerini haber veren ve Kuvayı Millîyeye karşı işgâlcileri temize çıkaran fetvaları şiddetle reddeden Bediüzzaman’ın Hutuvât-ı Sitte eseriyle yaptığı mücadelesi, tek başına büyük vatanperverliğinin en bariz belgesidir.
Bunun içindir ki, bütün resmi arşiv belgelerle Bediüzzaman’ın vatana, millete ve istiklâliyete hizmetlerini inkâra yeltenmek, menhus mihraklar ve küresel – emperyal ecnebilerle ifsad şebekeleri hesâbına karalama kampanyasının maşası olmaktır.