Nevruz’un ardından tırmanan karşılıklı suçlamalarla, devletin ve siyasî hesapların vesâyeti altındaki “çözüm süreci”, ciddî bir çıkmazla karşı karşıya.
Öncelikle devlet-iktidar-AKP ile HDP-Kandil eksenindeki atışmalarla kırılganlı derinleşiyor. Buna Başbakan olarak kamuoyu nezdinde “Kürt meselesini çözeceği” vaadi ve propagandasından sonra Erdoğan’ın bu kez Cumhurbaşkanı olarak “Kürt sorunu yoktur” çarkıyla hükûmetle Saray arasıdaki farklı bakış da eklenince büsbütün “çözümsüzlük” anaforuna sürükleniyor.
İktidar cânibindeki dönüşün, son anketlere göre 7 Haziran seçimleri öncesinde körüklenen kamplaşma ve kutuplaşmayla MHP’nin yüzde 18’lere tırmanma eğilimine girdiği, HDP’nin barajı aşacağı siyasî tabloda AKP’nin ciddî oy kaybıyla inişe girmesiyle tek başına iktidar olamayacağı haberleri üzerine başladığı belirtiliyor.
İktidar yanlısı medyada bile, Erdoğan’ın bunu “kıyamet senaryosu” olarak gördüğü ve söylemini tam tersine değiştirip, son dönemdeki “milliyetçi” mesajlarla iktidar partisinin oylarını arttırma taktik ve hedefini güttüğü kaydediliyor. Meydanlarda halktan talep ettiği “400 milletvekili”nin anlamının da en azından AKP’nin 276 milletvekiliyle iktidarda kalma stratejisi olduğu tesbitleri yapılıyor…
“STRATEJİK TERCİH”TEN BERHAVAYA
Erdoğan’ın eski danışmanı Başbakan Yardımcısı ve iktidar partisi Grup Başkanvekili’nin HDP Grup Başkanvekili ve temsilcileriyle Dolmabahçe Sarayı’nda yanyana poz verip “ortak açıklama”da bulunmalarını “yanlıştı” diye eleştirmesi; peşinden hükûmetin önemsediği “Nevruz mektubu”nu “Öcalan’a meşruiyet kazandıramayız” diye önemsemediğini bildirmesi buna yorumlanıyor.
Yine Nevruz öncesi İmralı ile hükûmet temsilcileri arasında varılan ve “sürec”in temeli olarak kamuoyuna açıklanan “10 maddelik mutâbakatı” hiçe sayıyor. Baştan beri “sürecin sigortası” olarak kabul edilen bizzat teşekkül ettirdiği “âkil adamlar”dan oluşacak “izleme komitesi”ne “bu işi hukukçular yürütemez” diye karşı çıkıp, benzeri detaylar üzerinden kavga çıkarıyor.
Özetle siyasî iktidarın çelişkili zikzaklarıyla düşülen vartada, Nevruz sonrası HDP/Kandil’le AKP/hükûmet arasında süren salvolar arenasında, Saray’ın tepkisi üzerine hükûmetin çarkıyla “sürec” karşılıklı berhava ediliyor. Diğer yandan Demirtaş’ın, Öcalan ve Kandil’in koştuğu şartların başında gelen “İzleme heyeti’, bizim kırmızı çizgimiz değildir” diye cayması, bunun bir diğer göstergesi.
Ve gelinen vetirede, “Kimse taktik manevralarla çözüm sürecini günlük siyasete âlet etmesin. Türkiye’nin batısına, ortasına, kuzeyine giderek bir takım düşmanlıkları körüklemesin. Türkiye’nin doğusuna, güney doğusuna giderek 6-7 Ekim olayları gibi yeni şiddet çağrıları yapmasın” çıkışıyla HDP eşbaşkanı Demirtaş’ın yanısıra Erdoğan’a da örtülü cevap veren ve “Çözüm süreci bizim için stratejik bir tercihtir, hükûmet aldığı kararların arkasındadır” teminatını veren Başbakan’ın, Kısıklı’daki gece yarısı görüşmeden sonra dönüşü, “çözüm süreci”nin en büyük handikabı.
Akabinde, “Dolmabahçe’de HDP’lilerle yanyana resim”de Erdoğan’ın eleştirisine mâruz kalan Başbakan Yardımcısı Akdoğan’ın, “Cumhurbaşkanımız bu sürecin mimarıdır ve ona savaş açan bir yaklaşım kabul edilemez” diye konuşup, “Süreçte bir bilgilendirme eksikliği varsa bu bize aittir ve bunu telâfi ederiz. Bu siyasi hareketin lideri olan Sayın Erdoğan’ın pozisyonu, süreç açısından hayati önemdedir, bu konuda söyledikleri bizim için tâlimattır” sözleri, hükûmetin de nihâyette Erdoğan’ın öncülüğünü yaptığı “çözüm süreci”ndeki dönüş yoluna girdiğini gösteriyor.
Paylamalarıyla “sürec”i âdeta ıskartaya çıkaran Erdoğan’ın gelgitlerini “devlet mahremi” diye geçiştiren Başbakan’ın “Sayın Cumhurbaşkanımız yeni bir dönemin önünü açtı” övgüsü, bunun ikrarı.