"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Demokratik sistemle alâkası yok

Cevher İLHAN
17 Temmuz 2018, Salı
Yeni Asya, 16 Nisan referandum sürecinden bu yana çağımızın Kur’ân müfessiri Bediüzzaman’ın geçen asrın başlarından hayatının sonuna kadar bütün eserlerinde, gazetelere yazdığı makalelerde, hitâbelerinde, müdafaalarında ve lâhika mektuplarında meşvereti, millet hâkimiyetiyle Meclis sistemini esas alan ve “tek şahıs yönetimi”nin sûistimâlâta gayet müsâit bir zemin, zulmün temeli, insâniyetin mâhisi (yok edicisi) rey-i vâhid olduğu” temel târiflerine dayalı bir duruş ortaya koydu. (Münâzarât, 22)

“Ve onlarla istişâre et” (Âl-i İmrân Sûresi 159) ve “Onların aralarındaki işleri istişâre iledir” (Şûrâ Sûresi, 38) âyetlerinin tefsiriyle Meclis’in millet adına temsil ettiği “efkâr-ı âmme”yi (kamuoyunu) “lâyetezelzel (sarsılmaz) bir demir ve lâyetefellel (kırılmaz, bükülmez, körelmez) bir elmas kılınç”a benzeten Bediüzzaman’ın, bu meyanda gerçek demokrasilerde millet irâdesinin temsilcisi Meclisi, “içtimâ (toplanma) ve ittihat (birlik) ile hâsıl olan hablü’l metin (sağlam halat) ve urvetü’l-vüska (kuvvetli kopmaz kulp)” olarak tanımlaması bu gerçeği açıkça okutuyor. (Münâzarât, 23-24, 38-40)

KANUNLA DEĞİL, KARANÂME İLE…

Öncelikle, demokrasilerde kanunla yapılması gereken ve referandum sürecinde altı ay içinde Meclis’te çıkarılacak “uyum yasaları”yla yapılması vaad edilen değişikliklerin tıpkı OHAL KHK’ları gibi cumhurbaşkanının tek başına çıkardığı “karanâmeler”le yapılması sistemi demokratik olmaktan çıkarıyor. 

Zira apar topar dayatılan “Türk tipi sistem”de partili cumhurbaşkanının Meclis’te çoğunluğu sağlayan partinin genel başkanı olması hasebiyle yürütmenin yanısıra yasama da cumhurbaşkanı otoritesi altına sokuluyor. 

Keza Anayasa Mahkemesi’nin on beş üyesinden on ikisi ile yüksek yargı organları başkan ve üyelerinin büyük oranda bizzat cumhurbaşkanı tarafından atanması, yargı bürokrasisini atayan Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyelerinin dörtte birini doğrudan, geri kalanını ise bürokratlar arasından atama yetkisiyle cumhurbaşkanı yargıda da mutlak otorite sahibi. Nitekim bunun ilk atamaları yapılıyor. 

Bu otorite ile demokrasinin olmazsa olmazı olan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı berhava oluyor, “hukuk devleti” zemini tahrip ediliyor.  

Esasen demokrasilerin temel vasfı “kuvvetler ayrılığı”nın yerine “kuvvetler birliği”nin ikame edildiği, yürütmenin yanısıra “millet egemenliğinin kayıtsız ve şartsız temsilcisi” Meclis’in bütçe ve kanun yapma yetkisinin gasbedildiği, denetim mekanizmasının ortadan kaldırıldığı ve yargının bütünüyle “partili cumhurbaşkanı”na bağlandığı “sistem”in demokratik yönetimlerde hiçbir me’hazı ve mâkuliyeti bulunmuyor. 

“KANUNU KENDİ KEYFİNE TÂBÎ EDEBİLİR”

Vakıa şu ki, Bakanlar Kurulu ortadan kaldırılırken, Anayasanın yaklaşık 60 maddesinde geçen “Bakanlar Kurulu”na ait yetkilerin yine doğrudan tek başına “cumhurbaşkanı”nın uhdesine verilmesi; ve cumhurbaşkanının tâlimatlarına tabi bakanların “kararnâme”yle ihdas edilen ofislerce belirlenecek “amaç, politika ve stratejilere göre çalışacak olmaları”, Bediüzzaman’ın “Meşrûtiyetin (demokratik cumhuriyetin) sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir, istibdâdın esâsı, kuvvet şahısta olur, kanunu kendi keyfine tâbî edebilir” ikazının hakikatini ortaya koyuyor. 

Aslında İl İdâresi Kanunu’nda “vali devletin ve hükûmetin temsilcisi ve ayrı ayrı her Bakanın mümessili ve bunların idârî ve siyasi yürütme vasıtasıdır” ifâdesinin yine cumhurbaşkanı kararnâmesi ile “vali, ilde cumhurbaşkanının temsilcisi ve idârî yürütme vasıtasıdır” diye değiştirilmesi de “tek adamlık rejim”in işleyişinin bir başka yönünü ele veriyor. 

Buna göre, vali atamalarında İçişleri Bakanının rolüne ve bakanın teklifine son verilip tek başına cumhurbaşkanının atanmasına bırakılması, “mülkî idâre âmirliği hizmetleri sınıfından vali olarak atanacaklarda; birinci sınıfa yükselmiş olma” şartının kaldırılması, bucakların adlarının dahi “cumhurbaşkanı kararı”yla konulacak olması; kısacası, valilerin artık “devletin ve hükûmetin valisi” değil, “cumhurbaşkanının valisi olması”, “zembereği, rûhu, kuvveti, hâkimi, hak, akıl, mârifet, kanun, efkâr-ı âmme (kamuoyu)” olan hürriyetçi demokratik sistemin ne denli tasfiye edildiğini ortaya koyuyor. (Münâzarât, 27)

Özetle, her şeyin “tek şahsa” bağlandığı rejimin demokratik sistemle hiçbir alâkası bulunmuyor.  

Okunma Sayısı: 10694
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı